PKK'nın Fesih Kararı: Türkiye ve Orta Doğu
- Umur Ozer
- 4 gün önce
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 gün önce

PKK'nın 12 Mayıs 2025 tarihli, silahlı mücadelesini sonlandırma ve örgütsel yapısını feshetme beyanı, Türkiye siyasi tarihinde alışılmadık bir dönüm noktasını işaret etmektedir. Söz konusu açıklama, yalnızca bir silahlı örgütün faaliyetlerine son verme kararı değil; aynı zamanda uzun ve çetrefilli bir tarihsel sürecin de iç muhasebesi niteliğindedir. Zira Fesih, bir kapanış kadar bir "anlatı kurma" eylemidir ve binaenaleyh bu bildiride; Kürt siyasal hareketinin temel kırılma noktaları yeniden adlandırılmakta, geçmişle hesaplaşılmakta ve geleceğe dair ima yüklü göndermeler bulunmaktadır.
Bilhassa üç tarihsel referans - Lozan Antlaşması, Turgut Özal, ve AKP’nin Kürt Açılımı - bu beyanın yalnızca bir örgüt belgesi değil, aynı zamanda bir siyasal hafıza metni olarak da okunabileceğini ortaya koymaktadır. Lozan’a yapılan atıf, Kürtlerin Cumhuriyet’in kuruluş paradigmalarına yönelttiği tarihsel eleştiriyi yeniden gündeme taşırken, Özal ismi devlet içinden gelen ve geçmişte umut yaratmış bir çözüm imkanını temsil etmektedir. Buna karşılık, AKP’nin "açılım süreci" ise bu umutların nasıl tıkanabileceğinin ve yeniden güvenlikçi paradigmalara dönülebileceğinin bir vurgusu olarak zihinlerdeki yeri işaret etmektedir.
İşbu yazı PKK’nın fesih beyanını, bahsini geçirdiğimiz üç referans üzerinden devlet, kimlik ve çözüm arayışı bağlamında analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede yalnızca Kürt hareketinin değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tahayyülünün de geçirdiği dönüşüm ve tıkanmaları değerlendirmek mümkün olacaktır.
1) Lozan Antlaşması ve Kuruluş Statükosu
PKK’nın fesih beyanında açıkça hedef aldığı simgelerden biri, 1923 tarihli Lozan Antlaşmasıdır. Bu antlaşmanın yalnızca diplomatik bir belge değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu metinlerinden biri olarak simgesel bir öneme sahip olduğu aşikardır. Bu yönüyle Lozan’a yöneltilen eleştiriler, Türkiye’nin modernleşme projesinin ve ulus - devlet inşasının temel parametrelerine karşı bir tarihsel reddiye işlevi görmektedir.
Lozan Antlaşması’nda, "azınlık" kategorisi yalnızca gayrimüslimleri kapsayacak biçimde tanımlanmıştır ve bu tercih, yeni kurulan Cumhuriyet’in homojen bir ulus yaratma hedefiyle doğrudan iltisaklıdır. Kürtler gibi Müslüman kimliğe sahip ama birtakım kültürel farklılıklar taşıyan gruplar bu çerçevenin dışında bırakılmış ve böylece Kürt meselesi, emperyalist odakların istismar edebileceği bir "azınlık sorunu" olmaktan çıkıp, potansiyel bir "iç sorun" hüviyetine büründürülmüştür.
Terör örgütü PKK'nın beyanında geçen Lozan eleştirisi, salt bir antlaşmaya değil; onun temsil ettiği devlet aklına yöneliktir. Antlaşmanın, Kürt halkını tarihsiz, coğrafyasız ve siyasal iradeden yoksun bir kolektif olarak tanımlayan devlet mantığının kurucu sütunu olduğu iddia edilmektedir. Bu açıdan PKK, Lozan'ı yalnızca bir diplomatik metin değil, bir "yurttaşlık rejimi" olarak konumlandırmakta ve buna karşı alternatif bir siyasal tahayyül (Öcalan'ın ifadesiyle; demokratik ulus) önermektedir.
Lozan Antlaşması’na yönelik bu ideolojik eleştiri, yalnızca Kürt hareketine özgü değildir. Keza 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Lozan bir zafer mi, hezimet mi?" sorusu da, bu kurucu metnin bugünün siyasi tartışmaları içerisinde hala ne kadar merkezi olduğunu göstermektedir. Ancak Erdoğan'ın bu sorgulamasının ulus - devlet eleştirisinden çok, "mavi vatan" ve "yeni Osmanlıcılık" bağlamında yapıldığı da gözden kaçırılmamalıdır. Diğer tarafta PKK’nın eleştirisi ise tam tersine merkezileşmeye ve tek tipleştirmeye karşı bir çoğulculuk savunusuna yaslanmaktadır.
Lozan, PKK’nın fesih beyanında yalnızca tarihsel bir uğrak değil, halen yürürlükte olan bir siyasal zihniyetin adı olarak değerlendirilmektedir. Bu yönüyle terör örgütünün açıklaması, Cumhuriyet’in kuruluşunu hem tarihsel hem de normatif olarak sorgulayan bir siyasal manifestoya dönüşmektedir. Eleştirilen yalnızca Cumhuriyet’in başlangıcı değil; bu başlangıcın bugüne dek taşıdığı devlet refleksleridir.
2) Kürt Hareketinin Tarihsel Kırılma Noktaları
Kürt hareketi, Türkiye modernleşmesinin ve ulus-devletleşme sürecinin hem içinde hem de dışında konumlanan bir tarihsel oluşumdur. Bu ikili karakteri nedeniyle, Kürt meselesi yalnızca kimliksel bir sorun değil, aynı zamanda siyasal egemenliğin sınırlarını belirleyen bir alan olarak varlık göstermiştir. PKK’nın fesih beyanı da bu uzun süreli tarihsel süreci arka plana alarak konumlanır. Hareketin belli başlı kırılma noktaları, bu çerçevenin anlaşılması açısından önem arz etmektedir.
Başlangıç olarak, Şeyh Said isyanı, yeni kurulan Cumhuriyet’in hem laikleşme hamlesine hem de etnik homojenleşme politikasına karşı gelişen ilk büyük kalkışmadır. İsyanın bastırılmasıyla birlikte, Kürtler artık yalnızca bir toplumsal unsur değil; bir "tehdit" olarak da sınıflandırılmıştır. Takrir-i Sükûn Kanunu, İstiklal Mahkemeleri ve sürgün uygulamaları, dönemin devlet reflekslerini doğrular niteliktedir. Devletin kurucu hafızasında bu isyanın, "bölücülükle mücadele"nin miladı sayıldığı unutulmamalıdır.
1980 askeri darbesinin ardından gelen siyasal boşluk, PKK’nın 1984’te Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla ilk kez sahneye çıkmasıyla dolmaya başlamıştır. Bu dönem, Kürt sorununun ilk kez ulusal ve beynelmilel kamuoyunda "silahlı çatışma" düzeyine yükselmesi anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda terör örgütü, Kürt hareketi içinde seküler, sol-sosyalist ve militan bir damar olarak ayrışmıştır.
Bu süreç aynı zamanda hareketin militerleşmesi kadar, siyasal tahayyülünün de radikalleştiği bir dönemi temsil etmektedir. Devletin bu çıkışa yanıtı ise, geleneksel güvenlikçi paradigma içinde kalmış ve sorun, bir "terör" meselesine indirgenerek siyasal muhtevasından soyutlamıştır.
Öcalan'ın 1999’da Kenya'da yakalanarak Türkiye'ye getirilmesi, hem örgütsel yapı hem de siyasal yönelim açısından bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Bu olayın ardından PKK, geleneksel Marksist-Leninist çizgiden uzaklaşarak, Öcalan’ın geliştirdiği “demokratik konfederalizm” teorisi çerçevesinde yeni bir siyasal proje oluşturmaya yönelmiştir. Bu yeni dönemde silahlı mücadele, artık nihai hedef değil; bir savunma aracı olarak konumlandırılmaya başlanmış ve 2000’li yıllarla birlikte "demokratik ulus", "radikal demokrasi" gibi kavramlar, hareketin yeni söz dağarcığını oluşturmuştur. Siyasal alanın genişletilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi fikri, bu yeni tahayyülün temelini oluşturmaktadır.
Terör örgütünün 2005’te ilan ettiği "Demokratik Cumhuriyet" perspektifi, silahlı mücadele ile siyasal katılım arasında bir denge kurma girişimi olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde Kürt hareketi, legal siyasal alanla (örneğin HDP ve öncülleriyle), yerel yönetim deneyimiyle ve kültürel inşa faaliyetleriyle daha güçlü bir şekilde iç içe geçmiştir. Yeni evrede, silah bırakma tartışmaları, çözüm süreci denemeleri ve uluslararası meşruiyet arayışları da gündeme gelmiştir. PKK’nın fesih beyanı, bu çizginin artık "başka bir aşamaya" geçtiğini iddia eder niteliktedir.
3) Turgut Özal ve Devlet İçinden Çözüm Umudu
PKK’nın fesih beyanında dikkat çekici noktalardan biri de, Turgut Özal’a yönelik olumlu atıftır. Devlet içinden bir aktörün, Kürt meselesine dair çözüm iradesini simgelemesi açısından bu atıf, yalnızca bir şahsiyete değil; aynı zamanda potansiyel bir siyasal yönelime yapılmıştır. Özal, hem Cumhurbaşkanlığı dönemindeki açıklamalarıyla hem de 1991 sonrası yürüttüğü girişimlerle Kürt meselesine yaklaşımda alternatif bir çizgiyi temsil etmiştir. Bu bağlamda PKK’nın ona gönderme yapması, geçmişte kalan ama hafızada yankılanan bir “başka devlet imkanı"nın hatırlatılmasıdır.
Turgut Özal’ın Kürt meselesine yaklaşımı, klasik devlet reflekslerinden ayrışan iki temel özellik taşımaktadır: Birincisi etno-kültürel farklılığı tanıma yönelimi, ikincisi ise çözüm arayışını ekonomik kalkınma ve entegrasyon üzerinden kurma çabası. 1991’de Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması, bölgesel yatırımlar ve Kürt realitesinin kamuoyunda açıkça telaffuz edilmesi gibi adımlar, onun dönemine ait farklılaşma sinyalleridir.
Ancak Özal’ı diğer aktörlerden ayıran belki de en kritik fark, devlet içinden gelen bir meşru figür olarak çözüm girişiminde bulunmasıdır. Bu, terör örgütünün de dikkat çektiği gibi, devletin “kendi içinden dönüşme” ihtimalini temsil etmektedir. Binaenaleyh Özal'a yapılan atıf, yalnızca kişisel bir takdir değil; dönüştürücü bir devlet aklının nostaljik simgesidir.
1993 yılına gelindiğinde, PKK ile dolaylı bir ateşkes zemini oluşmuştur. Öcalan'ın tek taraflı ateşkes ilanı ve çatışmaların azalması, Özal'ın bu süreçteki etkisinin dolaylı da olsa varlığını göstermektedir. Her ne kadar bu süreç resmi müzakerelere dönüşmeden Özal'ın beklenmedik ölümüyle kesintiye uğramışsa da, Kürt hareketinde kalıcı bir iz bırakmıştır. Velhasıl PKK’nın fesih beyanında Özal'ı hatırlatması, çözümün yalnızca silah yoluyla değil; karşılıklı siyasal iradeyle ve devletin dönüşümüyle mümkün olabileceği inancını vurgulamaktadır.
1993 yılı, yalnızca Özal’ın ölümüyle değil, aynı zamanda Kürt meselesinde militarist paradigmaya tam anlamıyla geri dönüşün başlangıcı olarak da kayda geçmiştir. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi, DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, köy boşaltmaları ve faili meçhullerle karakterize edilen 1993-95 dönemi, çözüm ihtimalinin sistematik biçimde tasfiye edildiği bir evredir. Bu nedenle PKK'nın gözünde Özal, "ne olabilirdi ?" sorusuna verilen kısa ama anlamlı bir cevaptır.
4) 2009: Çözüm Süreci
PKK’nın fesih beyanında, yalnızca geçmişin devlet politikalarına karşı bir eleştiri değil, aynı zamanda AKP'nin Kürt açılımı sürecinin başarısızlığına yönelik de bir vurgulama bulunmaktadır. AKP’nin 2009’da başlattığı Kürt açılımı, başlangıçta büyük beklentiler yaratmış ve bilhassa devletin güvenlikçi yaklaşımına karşı alternatif bir çözüm sunmayı hedeflemiştir. Ancak bu süreç, büyük ölçüde hayal kırıklığıyla sonuçlanmış ve AKP’nin Kürt meselesine dair geçmişteki ılımlı söylemi, zamanla sertleşen bir güvenlik politikasıyla yer değiştirmiştir. PKK’nın fesih açıklamasındaki göndermeler, bu dönüşümün eleştirisi olarak da okunabilir.
2009 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt açılımının sadece bir "insan hakları" meselesi değil, aynı zamanda toplumsal barış ve demokratikleşme için bir fırsat olduğunu vurgulamıştır. Açılım, adeta bir "kapsayıcı siyaset" önerisi gibi gündeme gelmiş, çözüm süreci için pek çok umut yaratılmıştır. Bu çerçevede, Diyarbakır’daki tarihi Nevruz kutlamaları ve Abdullah Öcalan'ın çağrılarıyla başlayan müzakere süreci, 2013-2015 yıllarında belirli bir ivme kazanmıştır. Terör örgütü, bu dönemde ateşkese gitme ve silah bırakma konusunda daha açık bir tutum sergilemiş, hatta Türkiye'deki çözüm süreci ilerledikçe, devlet içinden çözüm iradesinin ve siyasi katılımın daha fazla yer bulacağı ümidi ortaya çıkmıştır.
Ancak PKK'nın 2015 yılında Suruç'ta gerçekleştirdiği katliam ve ardından gelen çatışmalar, çözüm sürecinin sona ermesinin zeminini hazırlamıştır. HDP, bu süreçte Kürt siyasal hareketinin en güçlü temsilcisi haline gelirken, AKP ise özellikle 2015 sonrası dönemde güvenlikçi bir dil benimsemeye ve Kürt siyasi hareketini dışlamaya başlamıştır.
Bu dönüşüm, sadece PKK ile müzakerelerin kesilmesi değil, aynı zamanda HDP’nin siyaseten marjinalleşmesi anlamına da gelmiştir. 2015 seçimlerinden sonra yaşanan çatışmalar, bölgede yaşanan sosyal ve kültürel travmalar, çözüm sürecinin kapanmasının gerekçelerini oluşturmuştur. AKP’nin bu dönüşümü, yalnızca güvenlikçi politikaların pekişmesine değil, aynı zamanda Kürt siyasal hareketinin kriminalize edilmesine de yol açmıştır. Başlangıçta umut veren vetire, nehrin yönünün değişmesiyle tıkanmış ve nihayetinde tekrar şiddet ile çatışma zeminine kaymıştır.
5) Fesih Kararının Ortadoğu’daki Etkisi, Büyük Ortadoğu Projesi ile İlişkisi ve YPG ile Bağlantıları
PKK’nın fesih beyanı, yalnızca Türkiye’deki Kürt hareketini değil; aynı zamanda Ortadoğu’daki dinamikleri de etkileyecek bir adım anlamına da gelmektedir. Bu kararın, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında değerlendirilmesi, hem bölgesel aktörlerin PKK’yla olan ilişkilerini hem de YPG gibi örgütlerle olan bağlarını anlamak açısından kritik bir öneme sahiptir.
2001 yılında George W. Bush yönetimi tarafından açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Orta Doğu'nun siyasi haritasının yeniden şekillendirilmesi amacını taşımaktadır. Bu proje, yalnızca bölgesel güçlerin sınırlarını değil; aynı zamanda etnik, mezhebi ve siyasal yapıları da yeniden yapılandırmayı öngörmektedir. Proje kapsamında bilhassa Kürt kimliği ve hareketleri önemli bir yer tutmuş ve Kürtlerin, bölgesel bağımsızlık mücadelesine giden yolun taşlarını döşemek üzere stratejik bir unsur olarak kullanılmaları beklenmiştir.
Terör örgütün fesih kararı, BOP’un hedeflerinden biri olan Kürtlerin bölgesel güç haline gelmesi hedefiyle örtüşmektedir. Ancak bu süreç, PKK’nın yalnızca silahlı bir örgüt olmaktan çıkıp, aynı zamanda siyasi ve kültürel bir aktöre dönüşme çabalarına da işaret etmektedir. Örgütün Kürt kimliği üzerinden meşruiyet kazanması ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki Kürt hareketleriyle benzerlik göstermesi, BOP çerçevesindeki stratejik amaçlarla da örtüşen bir gelişme olmuştur.
Özellikle Suriye, Irak ve İran’daki Kürt hareketleri ile PKK’nın bağları, BOP'un bölgedeki uygulanabilirliği açısından kritik rol oynamaktadır. PKK’nın fesih kararı, bu hareketlerin ulusal sınırlar içinde ve ötesindeki etkilerini de yeniden değerlendirmeyi gerektirmektedir. Örgüt, hem içsel sorunlar hem de bölgesel ilişkiler açısından yeniden yapılanma sürecine girdiği bir döneme adım atmıştır.
Fesih kararının Ortadoğu’daki en önemli yansıması, Suriye’deki YPG (Halk Savunma Birlikleri) ile olan ilişkileridir. 2011’de Suriye iç savaşının patlak vermesinin ardından, YPG, PKK’nın Suriye kolu olarak konumlanmış ve Esad rejimiyle yapılan anlaşmalar sonucunda Kuzey Suriye'de özerk bir yönetim kurmaya başlamıştır. ABD'nin IŞİD karşıtı koalisyonunda YPG’yi stratejik bir müttefik olarak kabul etmesi, PKK’yla bağlantılı olan bu unsurların uluslararası meşruiyet kazanmalarını sağlamıştır.
Bu bağlamda fesih kararı, YPG’nin geleceği ve Suriye’nin kuzeyindeki özerklik hareketleri açısından önemli bir dönüm noktasını işaret etmektedir. Zira YPG, PKK’nın askeri stratejilerini ve ideolojik çizgisini benimsemiştir. Binaenaleyh PKK'nın silahlı mücadeleye son verme kararına tepkisi, örgütler arasındaki ilişkiyi doğrudan etkileyecektir. YPG'nin PKK’nın gerilla stratejilerini takip eden bir yapısı olması, bölgedeki güç dengesini de gözler önüne sermektedir. PKK'nın ortadan kalkmasının, YPG’nin askeri ve siyasi yapısını güçlendirmeyi amaçlayan bir yeniden yapılanma sürecini de tetikleyebileceği gözden kaçırılmamalıdır.
PKK ve YPG’nin Ortadoğu’daki etkileri, yalnızca Kürt siyasetinin değil; aynı zamanda bölgesel güvenlik dengelerinin yeniden şekillendirilmesinde belirleyici bir rol oynamaktadır. YPG’nin Suriye’deki güç kazanımı, Türkiye için ciddi bir güvenlik tehdidi olarak algılanırken, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya gibi küresel aktörlerin de stratejik hesaplarını doğrudan etkilemiştir. Türkiye haklı olarak, YPG’yi PKK’nın uzantısı olarak görerek, sınırlarında "terörist" bir oluşumun güçlenmesini engellemeye çalışmaktadır. Öte yandan, YPG’nin Suriye’deki kazanımlarını destekleyen ABD ve Rusya, bu örgütleri farklı sebeplerle sahiplenmiş, ancak Türkiye’nin güvenlik kaygıları doğrultusunda bölgedeki siyasi denklemleri sürekli bir gerilim içinde tutmuştur.
Hülasa PKK'nın fesih kararının, bölgedeki bu gerilimi daha da derinleştirebileceği unutulmamalıdır. YPG’nin, PKK’dan bağımsız bir siyasal çizgiye kayması ve PKK'nın silahlı mücadeleye son vermesi, Suriye’deki Kürt bölgesinin geleceği için yeni bir yönelimi işaret etmektedir. YPG'nin "PKK ile yollarını ayırma" yönündeki tavrı ise, hem bölgesel aktörlerin hem de küresel güçlerin stratejik hesaplarını yeniden şekillendirecektir.
6) Sonuç: PKK'nın Fesih Kararının Geleceğe Yansımaları
Bugün yapılan açıklama, yalnızca bir örgütün silahlı mücadelesine son verme kararı değildir; aynı zamanda bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde önemli stratejik değişimlerin habercisidir. Bu karar, hem Türk iç siyaseti hem de Orta Doğu'daki Kürt hareketlerinin geleceği üzerinde derin etkiler yaratacak bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir.
PKK’nın fesih kararı, yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmayıp, Orta Doğu’daki diğer Kürt hareketlerinin de yönelimlerini belirleyecektir. Bu kararın - İran’daki Kürt hareketi ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi üzerindeki etkileri - bölgedeki güç dengesini kaçınılmaz bir şekilde yeniden şekillendirecek olması ise üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husustur. Öte yandan uluslararası konjonktürde, terör örgütünün lağvedilmesi, Batılı güçlerin Kürt hareketlerine verdiği desteğin devam edip etmeyeceği konusunda soru işaretleri oluşturacaktır. ABD ve Avrupa Birliği'nin, PKK’yı terörist bir örgüt olarak görmekle birlikte, YPG gibi unsurlara destek verirken, bu dengeyi nasıl kuracağı ise belirsizliğini koruyan bir diğer başlık olarak öne çıkmaktadır.
コメント