top of page

Erdoğan’ın Meşruiyet Arayışı

Güncelleme tarihi: 4 gün önce



ree

Son günlerde uluslararası siyaset gündemini meşgul eden en dikkat çekici gelişmelerden biri kuşkusuz, Tom Barrack’ın Concordia zirvesinde yaptığı “Erdoğan’a istediği meşruiyeti vereceğiz” yönündeki açıklaması. Bu ifade, kimilerine göre diplomatik nezaket sınırlarını aşan ve doğrudan iktidarın temel dayanağına işaret eden bir ağırlık taşırken; kimilerine göre ise Erdoğan iktidarının toplum ve beynelmilel çevreler nezdinde kabul görmesiyle ilgilidir. Bu bağlamda Barrack’ın sözleri, yalnızca Türkiye–ABD ilişkileri açısından değil; mevcut rejimin meşruiyet arayışı bakımından da anlamlı bir gösterge olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira iç politikada giderek daralan alan, seçim tartışmaları ve toplumsal hoşnutsuzluklar, AKP'nin seçmen tabanını ciddi bir biçimde zayıflattığı göz önüne alındığında; "dışarıdan" gelecek onay ve destek, iktidar için bir tür güç ve güvence mekanizması işlevi görecektir.


Ülkemiz örneğinde meşruiyet meselesi, son yirmi yılı aşan iktidar pratiği içinde farklı evrelerden geçmiştir. İktidarının ilk dönemlerinde Erdoğan, seçim zaferlerinden doğan rasyonel-hukuki meşruiyetle güçlü bir zemin kazanmıştır. Bu toplumsal destek de zaman içerisinde kişisel liderliğin yarattığı karizmatik öğelerle pekişerek, Erdoğan'ı bilhassa kriz anlarında halkın gözünde olağanüstü bir lider figürü olarak konumlandırmıştır. Ancak son yıllarda iç politikadaki kurumsal zayıflama, seçim süreçlerine yönelik tartışmalar ve toplumun bir kesiminde artan hoşnutsuzluk, Mevcut iktidarın içerideki meşruiyet tabanını giderek daraltmaktadır. Binaenaleyh böyle bir durumda uluslararası destek, dış politika açısından bir kazanım olmanın ötesinde, içeride bir tür ‘meşruiyet takviyesi’ işlevi görecektir. Barrack’ın açıklamasını da bu çerçevede değerlendirmek pekala mümkündür.


İşte tam da bu noktada Max Weber’in meşruiyet tipleri, bizlere kavramsal bir rehber sunmaktadır. Weber'e göre, herhangi bir iktidar yalnızca "güç kullanarak" ayakta kalamaz ve mutlaka bir tür meşruiyet zeminine dayanmak zorundadır. İktidarın kabul görme biçimleri ise üç ana kategoride toplanır: Geleneksel, Karizmatik ve Rasyonel-Hukuki Meşruiyet. Bu tipolojiyi Türkiye’nin mevcut siyasal manzarasına uyguladığımızda, Erdoğan’ın meşruiyet stratejisinin hem içeride hem dışarıda nasıl şekillendiğini daha net görebiliriz.


  • Weber’in Meşruiyet Tipleri


Max Weber, iktidarın sürdürülebilir olabilmesi için “meşruiyet”e ihtiyaç duyduğunu söylemiş ve yukarıda da bahsini geöirdiğimiz üzere, mezkur meşruiyeti üç ideal-tip altında toplamıştır: Geleneksel, Karizmatik ve Rasyonel-Hukuki (Yasal) Meşruiyet.


İlk olarak, Geleneksel meşruiyet, otoritenin kaynağını tarihsel süreklilikte, göreneklerde ve statüye atfedilen kutsallıkta arar; insanlar iktidara, “böyle gelmiş böyle gider” mantığıyla itaat ederler. Karizmatik meşruiyet, karar vericinin olağanüstü kişisel niteliklerine dayanır: Lider, takipçilerde yarattığı inanç ve hayranlıkla normları aşan bir yetki kazanır; bu tür meşruiyet genellikle kriz anlarında ve dönüşüm süreçlerinde patlayıcı biçimde ortaya çıkar. Rasyonel-hukuki meşruiyet ise modern devletin tipik meşruiyetidir: Yetki kişiden ziyade kurallar, yasama süreçleri ve bürokratik prosedürler tarafından verilir; vatandaşların itaatinin nedeni, prosedürlerin kendisidir. Weber ideal tipler üzerinden analizini yaparken, gerçek siyasetin nadiren tamamen saf tiplerden oluştuğunu; tiplerin karıştığını, birbirlerini dönüştürdüğünü ve meşruiyet krizleri esnasında tipler arası gerilimlerin görünür hale geldiğini vurgular.


Weber’in bir diğer önemli katkısı da “karizmanın rutinleşmesi” (Routinization of Charisma) kavramıdır: Karizmatik bir liderin başlangıçtaki ekstra-yasal yetkisi zamanla kurumsallaştırılmaya çalışılır; böylece karizma, yasal-rasyonel formlara dönüştürülür — ya liderin vasiyetiyle, ya partinin kurumlaşmasıyla, ya da anayasaya/kanuna yapılan değişikliklerle. Bu süreç hem karizmanın ömrünü uzatır hem de iktidarın meşruiyet temelini değiştirir; fakat aynı zamanda rasyonel-hukuki normların erozyona uğramasına yol açabilir çünkü kurallar liderin kişisel iradesine uyarlanır. Modern siyasal analizde Weberci çerçeve, demokratik gerileme, otoriterleşme ve popülist liderlik biçimlerini anlamakta halen çok güçlü bir araçtır: zira bir rejimin hangi meşruiyet kaynaklarına dayanarak varlığını sürdürdüğü, o rejimin kırılganlıklarını, meşruiyet krizlerini ve dönüşüm yollarını doğrudan belirler.


  • Erdoğan’ın Meşruiyet Arayışı


Türkiye özelinde Erdoğan’ın meşruiyet dinamiklerini Weber’in tipleriyle okumamız, sürecin neden hem istikrarlı hem kırılgan olduğunu açıklamamıza yardımcı olacaktır. AKP’nin ilk yılları, uluslararası ve iç gözlemlerde kısmen rasyonel-hukuki meşruiyetin güçlendiği bir dönem olarak görülebilir: seçimlerle gelen hükümetler, bürokratik reformlar ve AB’ye yönelik uyum paketleri, iktidarın yasallık temelini güçlendiren unsurlar olarak algılanmıştır. Bu dönem, Erdoğan’ın siyasal kariyerinin seçim hukukuna dayalı, kurumsal bir temele sahip olduğunu göstermek bakımından önemlidir; zira halk iradesiyle gelen bir yöneticilik formu vardır ve söz konusu rasyonel-hukuki meşruiyet, ilk başta iktidara yasal bir zemin hazırlayan temel unsur olmuştur.


Zaman içinde ise Erdoğan’ın meşruiyet repertuarı giderek karizmatik unsurlar da içerecek şekilde dönüşmüştür. Karizma burada yalnızca kişisel karizma değil; lider-halk arasında kurulan duygusal bağ, “dışarıya karşı dik duruş”, dini ve kültürel kodlara yapılan vurgu ve kriz anlarında sergilenen güçlü lider imajı anlamına gelmektedir. Gezi protestoları, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve sonraki dönemde sergilenen pratikler, mezkur karizmatik meşruiyetin hem yeniden üretildiği hem de kriz yönetimi bağlamında güçlendirildiği anlar olarak öne çıkmaktadır. Weber’in dediği gibi, yangını söndüren kahraman imgesi, liderin karizmasını besler; ancak bu karizmanın sürdürülebilirliği, zamanla rasyonel kurumlara dönüştürülme çabalarına bağlıdır. Erdoğan örneğinde bu dönüşüm, partinin merkeze çekilmesi, yürütmenin yetkilerinin genişletilmesi ve anayasal değişikliklerle (Örneğin; 2017 Referandumu) karizmanın hukuki bir çerçeveye oturtulması biçiminde gerçekleşecektir — yani karizma belli oranda rutinleştirilmiştir.


Bu rutinleşme süreci, rasyonel-hukuki meşruiyeti hem pekiştirmiş hem de aşındırmıştır: Bir yandan liderin pozisyonu, seçimlerle desteklendiğini gösteren araçlarla normatif bir zemine kavuşturulurken; diğer yandan kurumlar — yargı, medya, bürokrasi — liderin iradesine daha bağımlı hale gelerek rasyonel-hukuki meşruiyetin niteliği değişmiştir. Weber’in işaret ettiği paradoks ise tam da burada belirginleşir: Rasyonel-hukuki formlar var gibi görünürken, uygulamada bu formlar liderin kişisel otoritesine hizmet edecek şekilde yeniden tanımlanmıştır; yani “kurallar” hala vardır ancak kuralların biçimi ve uygulanışı liderin meşruiyetini korumaya endekslenmiştir.


Dış faktörlerin Erdoğan’ın meşruiyet stratejisindeki rolünü de Weberci çerçeveye eklememiz gerekmektedir. Weber üç tipten bahsederken dış kaynaklı meşruiyet üzerinde durmaz; ancak pratikte beynelmilel aktörlerden alınan destek veya onay, iç meşruiyeti takviye eden ama aynı zamanda onu zayıflatma potansiyeli taşıyan bir değişken olarak pekala işlev görebilir. Dış meşruiyet, iç rasyonel-hukuki boşlukları örtebilir ve liderin karizmatik profilini uluslararası arenada doğrulayarak iç kamuoyuna “kurtarıcı” imajı sunabilir. Fakat bu tür dış onay, halk nezdinde “içten” kazanılmış bir meşruiyet yerine “dışarıdan sağlanmış” bir destek algısı yaratırsa, meşruiyetin derinliği aşınır; aynı zamanda muhalefet ve sivil toplum bu tür bir dış desteği rejimin “geçici ilacı” olarak yorumlayarak meşruiyet krizini görünür hale getirebilir.


Sonuç olarak Erdoğan yönetiminin meşruiyeti günümüzde karma bir yapı arz etmektedir: Seçimler ve bürokratik formlar (Rasyonel-Hukuki), liderin karizmatik söylemi ve kriz yönetimi (Karizmatik) ve kimi zaman da dış aktörlerin verdiği ya da ima ettiği destek (Dış Meşruiyet) aynı anda varlık göstermektedir. Bu melez yapı, rejimin esnekliğini artırırken aynı zamanda kırılganlıklarını da derinleştirmektedir: Zira karizma zayıfladığında veya dış desteğin değeri azaldığında, rasyonel-hukuki kurumların bağımsızlığının korunmaması rejimin meşruiyet krizine sürüklenmesine yol açacaktır. Weber’in perspektifiyle bakıldığında, sürdürülebilir meşruiyetin yolu hukuki-kurumsal sağlamlıktan geçmektedir ve karizma ya da dış desteğin tek başına uzun ömürlü bir meşruiyet zemini oluşturamayacağı unutulmamalıdır.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page