top of page

Kahve ve Kahvehane Kültürünün Tarihi: Osmanlı’dan Avrupa’ya Toplumsal Dönüşüm



ree

Toplumların hafızasında kök salmış bir alışkanlık, gündelik hayatın ritmini belirleyen bir unsur ya da siyasal tartışmaların doğduğu mekanların simgesi olarak nitelendirebileceğimiz kahve, 16. yüzyılda Yemen’den Osmanlı coğrafyasına yayılmış ve kısa sürede İstanbul’un hanlarında, sokaklarında ve semtlerinde kahvehane adı verilen yeni sosyal mekanların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu mekanlar da zaman içerisinde, sıradan halktan şairlere, tüccarlardan devlet adamlarına dek farklı toplumsal tabakaları bir araya getiren canlı forumlara dönüşmüştür.


Kahvehaneler, yalnızca keyif için gidilen yerler değil; aynı zamanda bilgi dolaşımının, edebiyatın, musikinin ve siyasal muhalefetin de sahnesidir. Bu yönleriyle kimi zaman devletin kuşkusunu çekmiş, yasaklamalara uğramış, fakat her defasında toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak geri dönmüştür. Kahvenin 17. yüzyılda Avrupa’ya geçişi ise yeni bir entelektüel iklimin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Londra’da “Penny University” şeklinde adlandırılan kahvehaneler, bilginin halka açıldığı yerler olmuş; Paris’teki kafeler devrimci fikirlerin filizlendiği mekanlara dönüşmüştür.


Bugün bir fincan kahve eşliğinde kurulan dostluklar ya da yapılan tartışmalar, bu uzun kültürel serüvenin bir devamı niteliğindedir. Kahve ve kahvehane kültürünün tarihi, toplumların sadece damak tadını değil, düşünme ve tartışma biçimlerini de şekillendirmiştir.


  • Osmanlı’da Kahvenin Ortaya Çıkışı ve İlk Kahvehaneler


Kahvenin Osmanlı coğrafyasına gelişi, aşağı yukarı 16. yüzyılın ortalarına tekabül etmektedir. Yemen’deki Sufi tarikatlarının zikir ayinlerinde uyanık kalmak için kullandığı kahve, Mekke ve Kahire üzerinden İstanbul’a ulaşmıştır. Bilhassa 1550’lerden itibaren İstanbul’da kahve tüketimi yaygınlaşacak ve çok geçmeden de “kahvehane” adı verilen yeni bir toplumsal mekan ortaya çıkacaktır.


İstanbul’un Tahtakale semtinde açılan ilk kahvehaneler, kısa sürede halkın ilgisini çekmiş ve yeni bir sosyalleşme biçimi yaratmıştır. Kahvehaneler, salt kahve içilen yerler olmaktan çıkıp meddahların hikayeler anlattığı, şairlerin şiirler okuduğu, satranç ve tavla oynandığı; siyasetten gündelik dedikodulara dek pek çok konunun konuşulduğu mekanlar haline gelmiştir. Nihayetinde bu yeni kültürel alan, Osmanlı şehir hayatında han, meyhane ve cami üçgenine dördüncü bir merkez olarak eklenmiştir.


Kahvenin böylesine hızlı kabul görmesi, kimi çevrelerde kuşku ve tepki de yaratmıştır. Ulema arasında kahvenin dinen caiz olup olmadığı tartışılırken, devlet otoritesi ise kahvehaneleri potansiyel muhalefet yuvaları olarak görmüştür. Nitekim Sultan III. Murad ve Sultan IV. Murad dönemlerinde kahvehaneler zaman zaman yasaklanmış, kahve içmek suç sayılmıştır. Ancak yasakların hiçbirisi kalıcı olmamış, kahve ve kahvehaneler Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.


  • Toplumsal ve Siyasal İşlevler


Kurulmasının hemen akabinde Osmanlı kahvehaneleri, sıradan bir içecek tüketim mekanı olmanın ötesine geçerek toplumun nabzının attığı yerler haline gelmiştir. Burada insanlar, sınıfsal ve mesleki farklılıklarına rağmen aynı masada buluşabilmiş, binaenaleyh toplumun çeşitli kesimleri arasında bir iletişim zemini oluşmuştur. Bu durum, bilhassa büyük şehirlerde, kahvehaneleri adeta “halk meclisleri” konumuna taşımıştır.


Kahvehanelerde meddahların hikâyeleri, Karagöz-Hacivat oyunları ve saz eşliğinde söylenen türküler, sadece eğlence değil; aynı zamanda kolektif hafızanın aktarımı işlevini görmüştür. Halk, bu mekanlarda hem güncel gelişmelerden haberdar olmuş hem de edebi ve kültürel birikime katılmıştır. Bu yönüyle kahvehaneler, sözlü kültürün devamı için de hayati bir rol oynamıştır.


Siyasal açıdan ise kahvehaneler, devlet kademesinin en çok dikkatini çeken mekanlardan biri olagelecektir. Zira buralarda yeniçeriler bir araya gelmiş, şairler nüktedan dizelerle padişahı ya da vezirleri eleştirmiş, halk arasında hoşnutsuzluk yaratan meseleler yüksek sesle dile getirilmiştir. Bu yüzden kahvehaneler, kimi zaman “muhalif kamusal alanlar” olarak tanımlanmıştır. Devlet, düzeni tehdit eden söylentilerin ve dedikoduların kaynağı olarak gördüğü kahvehaneleri sık sık gözetim altında tutmuş, hatta kapatmaya kalkışmıştır.


Öte yandan, özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda kahvehaneler, şehir kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiş ve bir tür “erkek sosyalleşme mekanı” olarak toplumsal hayatı şekillendirmiştir. Burada kurulan dostluklar, yapılan sohbetler ve tartışmalar, şehirli kimliğinin oluşumuna katkıda bulunmuştur.


  • Avrupa’ya Yayılış ve Kültürel Dönüşüm


17. yüzyılda Osmanlı topraklarından Avrupa’ya geçerek kısa sürede kıtanın toplumsal ve entelektüel hayatında derin izler bırakan kahve, evvela Venedik limanlarına ulaşmış; bilahare kuzeye ve batıya doğru hızla yayılmıştır. Venedik’te açılan ilk kahvehaneler, egzotik ve “Doğu’ya özgü” bir tat olarak görülen ürünü Avrupalıların ilgisine sunmuştur. Bu deneyimin ardından Londra, Paris ve Viyana’da kurulan kahvehaneler ise yeni bir kamusal alanın doğuşuna zemin hazırlamıştır.


Londra kahvehaneleri, halk arasında, “Penny University” (bir penilik üniversite) olarak adlandırılacaktır; zira yalnızca bir fincan kahve karşılığında insanlar güncel haberlerden haberdar olabilmekte, gazetelere erişebilmekte ve entelektüel tartışmalara katılabilmektedir. Mezkur mekanlar, modern basının ve kamusal tartışma kültürünün gelişiminde de büyük rol oynamıştır. Sigortacılıktan bankacılığa, edebiyattan siyasete pek çok alanın temel fikirleri ilk kez bu kahvehane masalarında tartışılmıştır.


Paris kahvehaneleri ise 18. yüzyılda Fransız Aydınlanması’nın merkezlerinden biri olmuştur. Filozoflar, yazarlar ve devrimci düşünürler bu mekanlarda buluşarak fikirlerini yaymış; Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi isimlerin müdavimi olduğu kafeler, Fransız Devrimi’nin entelektüel zeminini hazırlamıştır.


Viyana kahvehaneleri de Avrupa kültüründe ayrı bir yere sahiptir. 1683 II. Viyana Kuşatması sonrasında Osmanlı’dan kalan kahve çuvalları, şehrin kahvehane kültürünü başlatan asli etkenlerden biri olmuştur. Zamanla Viyana kahvehaneleri, edebiyat ve sanat dünyasının buluşma noktası haline gelmiş; Freud, Troçki, Zweig ve Musil gibi isimlerin fikir alışverişinde bulunduğu mekanlara evirilmiştir.


Velhasıl Avrupa’da kahvehanelerin toplumsal işlevi, Osmanlı’dakine benzer biçimde hem bilgi dolaşımını hem de muhalefet kültürünü beslemiştir. Ancak Avrupa’da bu mekanlar giderek “kamusal aklın” geliştiği ve modern sivil toplumun filizlendiği merkezler haline gelmiş, bu yönleriyle Aydınlanma çağının ruhunu temsil etmiştir.


  • Modernleşme Sürecinde Kahvehane-Kafe Kültürü


19.yüzyıl itibariyle tedrici olarak artış göstermeye başlayan modernleşme dalgası, hem Osmanlı hem de Avrupa şehirlerinde kahvehane ve kafe kültürünü dönüştürmüştür. Sanayi Devrimi’yle birlikte kentlerin hızla büyümesi, toplumsal sınıfların çeşitlenmesi ve iletişim araçlarının gelişmesi, kahvehaneleri daha karmaşık ve farklı işlevlere sahip mekanlar haline getirmiştir.


Osmanlı’da Tanzimat ve sonrasında kahvehaneler, yalnızca eğlence veya sohbet yerleri olmaktan çıkarak siyasetin, gazetelerin ve yeni fikirlerin tartışıldığı merkezlere dönüşmüştür. Nitekim Jön Türkler’den Meşrutiyet aydınlarına kadar pek çok siyasal hareketin önde gelen temsilcilerinin kahvehanelerde buluştuğu pekala bilinmektedir. Yine bu vetirede taşra kahvehaneleri, köy ile kasabalarda haberleşmenin en önemli durağı haline gelmiş ve toplumsal aidiyetin güçlendiği mekanlar olarak öne çıkmıştır.


Avrupa’da ise 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başı arasındaki dönem, kafe kültürünün altın çağı olarak kabul edilir. Bu bağlamda Paris’teki Café de Flore veya Les Deux Magots gibi mekanlar, edebiyat ve sanat çevrelerinin uğrak yerleri olmaları hasebiyle bilhassa dikkat çekmektedir. Hemingway, Sartre, Simone de Beauvoir gibi isimler söz konusu kafelerde eserlerini yazmış veya tartışmıştır. Berlin, Prag ve Viyana kahvehaneleri de benzer biçimde entelektüel üretimin merkezleri haline gelmiştir.


Kahvehane ve kafelerin modernleşme sürecindeki en önemli işlevlerinden biri de, toplumun farklı zümrelerine mensup kimseleri bir araya getirmiş olmasıdır. İşçiler, memurlar, gazeteciler, sanatçılar ve siyasetçiler aynı masada buluşmak suretiyle modern şehir yaşamının ortak bir deneyimini paylaşmışlardır. Binaenaleyh bu mekanlar, kamusal alanın demokratikleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.


20.yüzyılın ikinci yarısı itibariyle sinema, radyo ve televizyon gibi yeni kitle iletişim araçlarının ortaya çıkması sonucunda kahvehaneler, eski merkezi konumlarını kısmen de olsa yitirmiştir. Yine de toplumsal bellekte ve kültürel pratiklerde kahve eşliğinde sohbet, modernleşmenin hızına rağmen varlığını sürdürmektedir.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page