top of page

Cumhuriyet’in 102. Yılı: Sarsılmaz Bir Mirasın Sessiz Nöbeti



ree
  • Cumhuriyet Nedir?


Cumhuriyet, basitçe ifade etmemiz gerekirse, insanın iradesine duyulan güvenin siyasal ifadesidir. Bu bağlamda egemenliğin kişisel otoritelerden alınarak halka verilmesi, tarih boyunca yaşanmış en köklü dönüşümlerden biridir. Mezkur kavram, yönetimin kaynağını soy, unvan ya da kutsal meşruiyetlerde değil; insanın ortak aklında ve vicdanında arar. Her yurttaş, devletin kurucu unsurudur; her birey, varlığını yönetime katılarak anlamlandırır.


Cumhuriyet, bir milletin kaderine kendi eliyle yön verme kararlılığının adıdır. Halkın iradesi, devletin dayanağı haline geldiğinde, yönetenle yönetilen arasındaki çizgi daralır; hukuk, herkes için eşit ölçüde geçerli olur. Bu anlayış, doğuştan gelen ayrıcalıkları reddeder, liyakati ve ortak menfaati esas alır. Böylece otoritenin değil, hakkaniyetin hakim olduğu bir düzen kurulur.


Cumhuriyet, salt bir yönetim biçimi değildir; aynı zamanda bir hayat felsefesidir. Akıl, bilim ve özgürlük üzerine kurulu bir toplumsal düzeni hedefler. Her yurttaşa düşünme, sorgulama ve "kendini gerçekleştirme imkanı" tanır. Toplumsal ilerleme, iktidarın değişmezliğinde değil; fikirlerin yarışında hayat bulur. Cumhuriyet, insanın kendi potansiyelini keşfetmesine izin veren bir ahlaki zemin yaratır.


Bu yönüyle Cumhuriyet, halkın iradesine dayalı bir devlet düzeninden öte, insanın özgürlükle yoğrulduğu bir medeniyet tasarımıdır. Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü, sadece bir anayasal hüküm değil; insanın kendi kaderine sahip çıkma hakkının ilanıdır. Cumhuriyet, hür bir toplumun vicdanında yaşar; o vicdan susturulmadıkça, Cumhuriyet varlığını sürdürür.


  • Cumhuriyet, Türkiye İçin Neden En İdeal Yönetim Biçimidir ?


Cumhuriyet’in ülkemiz adına en uygun yönetim biçimi olması, tarihsel bir zorunluluğun sonucudur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde devlet aygıtı, toplumsal dinamizmi yansıtamayan bir yapıya dönüşmüştür. Binaenaleyh halk, tebaadan yurttaşa geçişin eşiğinde, kendi varlığını ifade edecek bir sistem arayışına girmiştir. Cumhuriyet, işte o arayışın cevabıdır: Halkın yönetime doğrudan katıldığı, karar mekanizmalarının meşruiyetini halk iradesinden aldığı yeni bir siyasal düzendir.


Anadolu insanı, Kurtuluş Savaşı yıllarında yalnızca bir toprak parçasını değil, kendi onurunu da savunmuştur. Her köyde, her kasabada, direnişin öznesi bireylerdir. Söz konusu deneyim, halkın iradesinin devletin temeline yerleşmesi gerektiğinin en açık göstergesidir. Cumhuriyet’in doğuşu, bir fikir değişiminin değil; varoluş bilincinin sonucudur.


Öte yandan Türkiye’nin toplumsal dokusu, tarih boyunca merkezi otoriteye alışık bir karakter taşımıştır; ancak aynı zamanda dayanışmayı ve adaleti esas alan bir gelenek de mevcuttur. Cumhuriyet, bu iki yönü uyumlu biçimde bir araya getirerek, otoriteyi hukukun sınırları içine, dayanışmayı ise yurttaşlık bilincine dönüştürmüştür. Böylece birey, hem devlete hem topluma karşı sorumluluk taşıyan özgür bir özne haline gelmiştir.


Cumhuriyet rejiminin, Anadolu’nun çok katmanlı kültürünü koruyarak, halkın iradesini ortak paydada buluşturması; etnik, mezhepsel veya sınıfsal farklara rağmen ortak bir yurttaşlık kimliğinin oluşturulması adına uygun zemini yaratmıştır. Bu kimlik, herhangi bir gücün lütfuna dayanmayan eşitlikçi bir anlayışın üzerine kuruludur. Cumhuriyet’in Türkiye için en ideal yönetim biçimi olmasının asıl nedeni de budur: İnsanın kendi kaderi üzerinde söz sahibi olmasını ve devleti halkın hizmetinde bir kurum haline getirmesini sağlar.


Atatürk, bu gerçeği sezmiştir. Zira o, ulusun karakterini tanımakta ve halkın tarihsel hafızasında özgürlük arzusunun köklü yerini bilmektedir. Bu yüzden Cumhuriyet, hazır bir reçete değil; Türk milletinin tarihsel hafızasından doğan doğal bir sonuçtur.


Bugün, Türkiye’nin çağdaşlaşma yolundaki her ilerleme, o seçimin doğruluğunu yeniden kanıtlamaktadır. Cumhuriyet, halk iradesinin yüzyıllar sonra kazandığı meşruiyetin adıdır. Toplumu geleceğe taşıyacak olan güç, halkın yönetime katılımında, fikirlerin özgürce ifade edilmesinde ve adaletin üstünlüğünde saklıdır. Velhasıl Cumhuriyet, Türkiye için bir tercih değil; tarihi bir zorunluluktur. O, Anadolu’nun yüzyıllardır süren adalet arayışının, hür yaşama isteğinin ve kendi kaderini tayin etme iradesinin çağdaş biçimidir.


  • Cumhuriyet’in Toplumsal ve Kültürel Faydaları


Cumhuriyet’in en büyük armağanı, yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere, insanı özne haline getirmesidir. Halk, devletin nesnesi olmaktan çıkarak karar süreçlerinin asli unsuru olmuştur. Bu dönüşüm, sadece yönetim biçiminde değil; toplumsal yaşamın tüm alanlarında hissedilmiştir. Eğitimden sanata, hukuktan bilime uzanan her sahada Cumhuriyet, bireye kendi potansiyelini açığa çıkarma imkanı sunmuştur.


Eğitim reformlarıyla başlayan aydınlanma süreci, cehaletin zincirlerini kırmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, farklı kaynaklardan beslenen eğitim anlayışlarını birleştirerek ulusal bir bilinç yaratmıştır. Harf Devrimi, bilgiye erişimi hızlandırmış, toplumun üretken kesimlerini düşünsel olarak birbirine yaklaştırmıştır. Köy Enstitüleri ise, emeğin onurunu bilgiyle bütünleştirerek kırsal alanlarda bir uyanış yaratmıştır.


Cumhuriyet’in en parlak kazanımlarından biri de kadınların toplumsal yaşamdaki yerinin güçlenmesidir. Kadın, aile içinde sessiz bir figür olmaktan çıkarak kamusal hayatın aktif öznesi haline gelmiştir. Seçme ve seçilme hakkı, yalnız bir siyasal düzenleme değil; toplumsal adaletin ve modernleşmenin de mihenk taşıdır. Zira Kadınlarımız; üretimde, bilimde, siyasette ve sanatta eşit biçimde var olabildiğinde Cumhuriyet anlam kazanır.


Yine, Laiklik ilkesi, inanç özgürlüğünü korumak suretiyle rasyonel düşüncenin önünü açmıştır. Devletin din karşısındaki tarafsızlığı, yurttaşların vicdanını güvence altına almış ve böylece din mefhumu, siyasetin aracı olmaktan kurtularak, bireyin inanç dünyasıyla toplumsal düzen arasındaki sınırı sağlıklı biçimde belirlemesine olanak tanımıştır. Bu ilke, salt dinsel değil; düşünsel özgürlüğün de teminatıdır.


Hukuk devrimi ise, adaletin kişilere göre değişmediği bir düzen kurmuştur. Mahkemelerde eşitlik, toplumsal yaşamda güven duygusunu pekiştirmiş; muasır mevzuatlar doğrultusunda düzenlenen kanunlar, bireyin haklarını doğrudan tanımlayarak hukuk karşısında tam bir eşitlik anlayışı yaratmıştır. Bunun sonucunda da birey artık, soy ya da unvanla değil; hak ve sorumluluk bilinciyle değerlendirilecektir.


Cumhuriyet, üretim kültürünü de yeniden tanımlamıştır. Tarımın modernleşmesi, sanayileşme çabaları ve mesleki eğitimin gelişmesi, ekonomik bağımsızlığın temellerini atmıştır. Zira siyasal bağımsızlık, ekonomik özgürlükle tamamlanır. Söz konusu anlayışın ışığında halkın emeği, ulusal kalkınmanın asli gücü haline gelecektir.


En önemlisi, Cumhuriyet düşünme cesareti aşılamıştır. Her birey, otoritenin buyruğuna boyun eğmeden fikir üretme hakkına kavuşmuş ve eleştirel akıl, kamusal alanın temel dinamiğini teşkil etmiştir. Hülasa Cumhuriyet, halkı tebaa konumundan yurttaşlığa taşıyarak, özgürlüğün ahlaki sorumlulukla birleştiği bir düzen kurmuştur. Eğitimli, üretken, eşit yurttaşlardan oluşan bir toplum, Cumhuriyet’in en büyük eseridir.


  • Atatürk’ün Tarihsel Konumu ve Fikri Mirası


Mustafa Kemal Atatürk şüphesiz, tarihin akışını değiştiren liderlerden biridir. Ancak onun büyüklüğü, harp meydanlarındaki zaferlerinden çok, savaş sonrasında kurduğu fikri düzende saklıdır. O, salt bir devlet kurucusu değil; aynı zamanda düşüncenin onurunu yeniden tesis eden bir önder hüviyetindedir. Nitekim Atatürk, halkın iradesine dayalı bir devletin kurulmasını sadece politik bir tercih olarak görmemiş; bunu insanlık onurunun bir gereği saymıştır. Bu yaklaşım da, onu çağının ötesine taşımıştır.


Atatürk’ün tarih sahnesine çıktığı dönem, emperyalizmin dünyayı şekillendirdiği, ulusların kaderinin birkaç büyük gücün elinde belirlendiği bir çağdır. Ancak o, bütün dayatmalara karşın, kendini milletinin iradesine emanet edecektir. Cumhuriyet’i kurarken amaçladığı şey, bir imparatorluğun enkazı üzerine yeni bir devlet inşa etmekten fazlasıdır. Asıl hedef, çağdaş dünyayla eşit koşullarda var olabilecek, aklın ve bilimin rehberliğinde gelişen bir toplum yaratmaktır.


Atatürk, siyasal düşüncesini kuru bir ideolojiye hapsetmemiştir. Onun fikir dünyasında her kavram, insan merkezli bir anlam taşır. Halkçılık, eşitliği; laiklik, vicdan özgürlüğünü; inkılapçılık, durmaksızın yenilenmeyi ifade eder. Bu ilkeler, birbirinden bağımsız değil; bir bütünün uyumlu parçalarıdır. Cumhuriyet ise, o bütünün en yüksek ifadesidir.


Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, çağının ötesinde bir vizyonun özetidir. Bilim, onun anlayışında yalnızca bir üretim aracı değil, ahlaki bir pusuladır. Zira bilim, dogmalardan arınmış düşüncenin tek güvencesidir. Binaenaleyh Atatürk, eğitimi bir kalkınma meselesi değil; bir varlık sorunu olarak görmüştür. Yeni harflerin kabulünden üniversite reformuna dek attığı her adım, halkın düşünsel bağımsızlığını sağlamayı amaçlamıştır.


Atatürk’ün tarihsel konumu, sadece ülkemiz sınırları içinde değil; küresel ölçekte de eşsizdir. 20. yüzyılın başında sömürgecilik çağının sonuna yaklaşan dünyada, o, ulusal egemenliği modernleşme ile birleştiren ilk liderlerden biri olmuştur. Hindistan’dan Orta Doğu’ya, Asya’nın çeşitli bölgelerine kadar birçok bağımsızlık hareketine ilham vermiştir.


Ancak Atatürk’ü özel kılan, geleceğe bakışındaki berraklıktır. Devletin sürekliliğini, halkın bilinç düzeyine bağlamış; rejimin kalıcılığını, yönetimlerin geçiciliğinden ayırmıştır. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” derken, kendi faniliğini milletin sürekliliğine feda etmiştir. Bu cümle, bir liderin en yüce tevazusunu içermektedir.


Unutmamalıyız ki Atatürk’ün mirası, abidevi eserlerden çok; düşünme biçiminde yaşar. Onu anlamak, resmi törenlerde adını anmakla sınırlı kalamaz; onun istediği, sorgulayan, üreten, eleştirel düşünen bir toplumdur. Cumhuriyet’i kurmak cesaret istemiştir evet, fakat yaşaması için gereken dinamik bir bilinçtir. O bilinci diri tutmak da, Atatürk’ün gerçek vasiyetidir.


  • Cumhuriyet’in Erozyonu ve Direnci


Cumhuriyet, kurulduğu günden bu yana sadece dış baskılarla değil; iç zafiyetlerle de sınanmış ve neredeyse her kuşak, kendi döneminde Cumhuriyet’in değerlerini yeniden tanımlamak ve savunmak durumunda kalmıştır. Kurucu ideallerin sarsıldığı dönemler, ekseriyetle bilincin zayıfladığı, liyakatin gölgelendiği, kurumların kişilere indirgenmeye başladığı zamanlara denk gelir. Cumhuriyet’in temel ilkesi olan halk egemenliği, kimi dönemlerde kağıt üzerinde kalmış, irade temsilinin yerini çıkar ilişkileri almıştır. Bu durum, rejimin ruhunu değilse de görünüşünü zedelemiştir.


Erozyonun en belirgin biçimi, düşünce özgürlüğünün daraltılmasıyla ortaya çıkar. Cumhuriyet’in özü, fikirlerin serbestçe çarpışmasından doğan ilerleme arzusudur. Fikir susarsa, toplum durağanlaşır; durağanlıksa yozlaşmayı beraberinde getirir. Eleştirinin düşmanlıkla karıştırıldığı, sorgulamanın cezalandırıldığı her dönemde Cumhuriyet’in damarlarına giden oksijen azalmıştır.


Eğitimdeki nitelik kaybı, kültürel üretimin bayağılaşması, ortak aklın yerini kişisel menfaatlerin alması da mezkur erozyonun başka tezahürleridir. Laiklik, çoğu zaman yanlış yorumlanarak salt devlet-din ilişkisiyle sınırlandırılmış, oysa asıl anlamı olan özgür düşüncenin teminatı unutulmuştur. Kadınların, aydınların, gençlerin kamusal hayattaki etkinliğinin zayıflaması ise Cumhuriyet’in toplumsal dinamizmini törpülemiştir.


Yine de, bütün bu sarsıntılara karşın Cumhuriyet’in kökleri sağlamdır. Zira onu ayakta tutan şey anayasalar, kurumlar ya da semboller değil; halkın içindeki adalet duygusudur. Her dönemde, karanlığın ortasında bir mum yakan, aklın sesini kısmayan insanlar çıkmıştır. Öğretmenlerin sınıflarda, işçilerin atölyelerde, sanatçıların kürsülerde ve yazarların satırlarında yaşattığı Cumhuriyet bilinci, onu yeniden diriltmiştir.


Cumhuriyet, varlığını sürekli yenileyerek sürdürür. Onu hayat veren kuşak, sadece bir rejim değil; aynı zamanda bir karakter de miras bırakmıştır. O karakter, baskıya direnir, yanlışı teşhis eder, umudu yitirmez. Cumhuriyet’in en güçlü yanı, halkın içindeki o direnç damarında gizlidir.


Bugün, yüzyılı aşan ömründe Cumhuriyetimizin karşısında yeni türde meydan okumalar vardır. Bilgi kirliliği, popülizm, tarihsel unutuş, yorgun vicdanlar... Fakat unutulmamalıdır ki her kriz, aynı zamanda bir yenilenme fırsatıdır. Cumhuriyet’in direnci, kendini sorgulama cesaretinden beslenir. Asıl tehlike ise yıkım değil, umursamazlıktır. Bizlere düşen, dayatılmaya çalışılan umursamazlığa teslim olmayarak Cumhuriyet’i inatla ve kararlılıkla savunmaktır. Cumhuriyet, bir kere kazanılıp korunacak bir ödül değildir. Sürekli emek ister; adalet talebi, ahlaklı yönetim, vicdanlı yurttaşlar ister. O değerler yaşadıkça, Cumhuriyet yıkılmaz. Zira onun temeli, toprakta değil; milletin vicdanındadır.


  • Sonsuza Dek Payidar Kalacak Olan


Cumhuriyet, bir milletin kendi kaderine sahip çıkma iradesinin en yüce ifadesidir. Onun varlığı, bir dönemin siyasi tercihiyle açıklanamaz. Cumhuriyet, insanın doğuştan gelen haysiyetine saygı duyan bir anlayışın somut halidir. Her bireyin düşüncesi, emeği ve iradesi bu yapının harcıdır. Bu yüzden Cumhuriyet, yalnız yönetim biçimi değil, ahlaki bir ilkedir; insanı özgürleştiren, toplumu onurlandıran bir fazilet düzenidir.


Bugün, Cumhuriyet’in yüz ikinci yılında, kurucu iradenin büyüklüğü daha berrak biçimde görülmekte ve değerlerin aşındığı, hakikatin bulanıklaştığı dönemlerde Cumhuriyet’in anlamı daha da güçlenmektedir. Zira her yozlaşma, onun faziletini yeniden hatırlatmaktadır. Halkın iradesini yok sayan her eğilimin, Cumhuriyet’in varlık nedenini daha görünür kıldığı su götürmez bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.


Cumhuriyet’in sürekliliği, ne tankların gücüne ne sarayların duvarına dayanır. Onu ayakta tutan, halkın kalbindeki adalet duygusudur. O duygu, nesiller boyunca elden ele taşınır. Bir öğretmenin sınıfta yaktığı ışıkta, bir doktorun görevine sadakatinde, bir gencin sorularında yaşar. Cumhuriyet, kağıtlara değil; insanın iç dünyasına yazılmış bir değerdir.


Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” sözü, bir öngörü çok, bir ant niteliğindedir. O ant ki, hala her 29 Ekim sabahı meydanlarda yankılanır.


Cumhuriyet, geçmişin eseri olduğu kadar geleceğin de teminatıdır. Onu yaşatmak, bugünün görevi; geliştirmek ise yarının sorumluluğudur. İradenin, aklın ve faziletin bir araya geldiği yerde Cumhuriyet vardır. Ve bu topraklarda yaşayan herkes, bu mirasın sessiz bekçisidir. O yüzden bugün, her zamankinden daha yüksek sesle:


Yaşasın Cumhuriyet !


Yaşasın Halk İradesi !


Yaşasın Hürriyet !

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page