top of page

Katolik (Roma - Latin) - Ortodoks (Doğu - Yunan) Kiliseleri'nin Ayrımı

Güncelleme tarihi: 15 Nis



Katolik ve Ortodokos Kiliseleri'nin Ayrımı
Katolik ve Ortodokos Kiliseleri'nin Ayrımı

"İnanç, yaşamın gücüdür. Bir bilim değil, bir eylemdir inanç ve ancak "yaşanırsa" bir anlam taşır."


Lev Tolstoy


İnan(mak) fiili köken itibariyle eski Türkçe'deki ınan kelimesinden evrilmiştir. Kelimeyi etimolojik olarak incelediğimizde Moğolca'daki muadilinin Ünen olduğunu görürüz. Ünen, "gerçeklik, doğruluk, hakikat" anlamlarına gelmektedir. İnanç; insanın içgüdüsel olarak, bilinç sahibi olmaya başladığı zaman aralığıyla beraber, çevresel faktörlerin ve kişisel gelişiminin niteliğinin de etkisiyle ortaya çıkan, evrensel değer yargılarına subjektif bir nokta-ı nazar ile yaklaşımı sonucu hasıl olan bir kavramdır. Kişiye özgü hüviyetiyle bir vicdan meselesidir inanç ve binaenaleyh münferittir. Lakin insan, doğası itibariyle yalnız yaşamaya uygun niteliklere sahip değildir ve "hayatta kalma içgüdüsü" (bkz: survival of the fittest) doğrultusunda "bir arada yaşamayı" tercih eder. Ahvalin bu şekilde hasıl olması beraberinde "yerleşik hayat" , "özel mülkiyet" ve "sınıf ayrımı" gibi olguları da beraberinde getirir. Bütün bu nümayişin bir sonucu olarak "güvenlik" durumu ortaya çıkar ve güvenliğin sağlanması adına elzem olan "düzen", "ihtiyaç listesinin" ilk sırasına yazılır.



Machiavelli'ye göre basit halk kitlelerini manipüle etmek adına kullanılabilecek belki de "yegane" araç, korkudur. Bu önerme üzerinden hareket ettiğimizde güvenlik ve düzen gibi temel olarak nitelendirebileceğimiz toplum ihtiyaçlarının tabanında yatan gerekçenin de "korku" olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Velhasıl tümevarım metodolojisi ile ilerlediğimizde bütün bu bilgilerin ışığında "ilk insan topluluklarının da" emniyetin sağlanması adına din kavramının nasıl ortaya çıktığını idrak edebilmekteyiz.



Sümerler'den başlayarak modern toplumlara kadar, yazılı kayıtlarına ulaşabildiğimiz hemen hemen bütün medeniyetlerde toplumu yöneten kişi veya kurumların, şu veya bu şekilde, uhrevi bir hüviyeti veyahut misyonu söz konusudur. Yani basitçe ifade etmemiz gerekirse devlet ile din bir bütünün ayrılmaz iki parçasıdır. İkisi de insana ve onun oluşturduğu topluma "güven, refah ve düzen" vaat eder. ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere modern toplumların ortaya çıkması ile yani "bilginin tabana, basit halk kitlelerine yayılması ve bilgiye ulaşmanın hızlanması, kolaylaşması" ile beraber sekülerizm düşüncesi yadsınamaz bir gerçek olarak bireyden başlayarak toplumlardan genel bir kabul görmeye başlar ve günümüzde demokrasi ile yönetilen tüm toplumların idaresinde temel ilke olarak yerini alır.



Bu kısa özetin akabinde, gelelim asıl konumuza, yani İsa'nın Kilisesi'nin 11. yüzyılda nasıl ikiye ayrıldığına. Mevzubahis ayrıma geçmeden önce Schisma'nın vuku bulmasının sebeplerini iyi analiz ve idrak etmemiz gerekir. Evvela kilise'nin Yunan ve Latin olarak ikiye ayrılmasının temelinde ırksal bir "düşmanlık" yatar. Ortodoksluğun teolojisinin kökleri "Yunan felsefesine" dayanırken, Katolikliğin kökleri "Roma hukukuna" dayanmaktadır. Yunan kilisesi parlak bir çeşitliliğe, Latin kilisesi ise merkezileşmeye ve birliğe meyillidir. Yunan kilisesi, her biri kendi piskoposluk bölgesinin başı olan patrikler tarafından yönetilen bir grup kilise devletinden, hiyerarşilerden ve poliarşilerden oluşurken; Roma kilisesi tek bir merkezden tabiri caizse keyfi ve diplomatik olarak idare edilen bir monarşidir. Bir takımada ile bir kıta arasındaki farka denktir bu ve Antik Yunan ile Roma arasındaki fark da tam olarak böyledir. Birinde yani Roma'da muazzam bir büyüme, istikrar ve kalıcılık ilkesi söz konusu iken, diğeri için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Binaenaleyh "ırksallık", birbirinden tümüyle farklı iki kilise sisteminin hasıl olmasına sebep vermiştir.



Bu ayrımın akabinde ise dogmatik farklılıklar gelir. Roma, doğudaki kiliseyi bölücü, Bizans ise batıdakini heretik, dine aykırı olarak kabul etmiştir. Böylelikle iki taraf da birbirlerinin yöntemlerini onaylamamakla kalmayıp aynı zamanda farklı inanç hüviyetlerine bürünmüş olur. Latin kilisesi, 451'deki Kadıköy Konsili'nden sonra "Petrus'un Papa Leo'nun ağzında iradesini bildirdiğini" ileri sürmüştür. Bu söylemin akabinde Doğu Kilisesi'nin Batı Kilisesi'nden (Katolik (Roma - Latin) / Ortodoks (Doğu - Yunan) Kiliseleri'nin) ayrılması gerektiğine yönelik doğu kanadında düşünceler hasıl olmuş, papalığın Batı'daki etkisi ise gittikçe artmıştır; nihayetinde Doğu, Mihail Kirularios'un ortaya attığı mezhep ayrılığı (1054) fikri ile beraber papalığın yargılama yetkisini tanımaz hale gelmiştir.



En nihayetinde Hristiyan aleminin bu iki gövdesini "sonsuza dek" ayıran yalnızca bir kelime olmuştur. O aşılmaz uçurumu, filioque kelimesi yaratmıştır. Latinler, Kutsal Ruh'un Baba'dan ve Oğul'dan geldiğini, Yunanlar ise sadece Baba'dan geldiğini savunur. Bu ahval, Üçlü birlik ilkesini oluşturan "üç üyenin" ilişkileri ve nitelikleriyle alakalı günümüze kadar süre gelen, sonu gelmez bir tartışma yaratmıştır. Bu çözülmez sorun hem Yunan hem de Katolik Kilisesi'nin kendi içinde bile sayısız mezhebin ve inanç tonlarının ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir. Haddizatında bu hristolojik tartışmalar zaman zaman Hristiyan aleminin iki kanadında da pek çok insanın hayatını kaybetmesine de neden olacaktır. Söz konusu teolojik sorun elbette sıradan bir kavrayış için fazla inceliklidir ve her iki taraftan da insanlar, yukarıda da belirttiğimiz gibi, anlamadıkları Konsillerin kararları için ölmeye hazırdırlar ama aslında sorunun kökeninde iki taraf arasındaki siyasi kıskançlık yatmaktadır: Bizans, batıdaki siyasi yargı yetkisinin elinden alınmasından dolayı öfkelenmektedir ve Romalı piskoposların aşırı iddiaları karşısında çileden çıkmaktadır; Roma ise Doğu Kilisesi'ni kendi otoritesine ve önderliğine boyun eğmeye ikna ya da mecbur etmek için fırsat kollamaktadır.



Hulasa 1054 yılına gelindiğinde iki kilise, yüzyıllardır süren tartışmaların ve hayhuyun sonucunda kesin olarak ayrılır. bu tarihten itibaren Ortodoks ve Katolik kiliseleri ayrı bir şekilde örgütlenmeye başlar ve ilişkileri gün geçtikçe daha da kötüleşir. Ortodoks kilisesi kabaca batıda Tuna Nehri ve Sırbistan'dan, doğuda da Fırat nehri, Kapadokya ve Ermenistan'a ve Güney doğuda Suriye'ye kadar; Katolik kilisesi ise Adriyatik sahili ve Tuna Nehri’nin batısı ve genel olarak Batı Akdeniz ve Batı Avrupa'ya uzanan bir coğrafi etkinliğe sahiptir.



Konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere Jean Paul Roux'dan Dinlerin Çarpışması, Karen Armstrong'dan İncil ve yine Karen Armstrong'dan Tanrı'nın Tarihi adlı eserleri tavsiye ederim.


Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Umur Özer Hakkımda

Hukuk, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve tarih alanlarında eğitim almış biri olarak, analitik düşünceyi ve disiplinler arası bakış açısını ön planda tutuyorum. Akademik yolculuğuma Bilgi Üniversitesi'nde hukuk...

 

Devamını oku

 

Bültenimize Abone Olun

Telif Hakkı © 2025 Umur Özer - Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page