top of page

Antik Roma'nın Kuruluş Mitleri: Aeneas - Romus ve Romulus Efsanesi

Güncelleme tarihi: 18 Nis




Roma'nın ve Romalıların kökenlerine ilişkin hikayeler Augustus Çağı'nın iki önde gelen yazarının eserleri, Vergilius'un epik şiiri Aeneas ile Livius'nin roma tarihi kitabı sayesinde günümüze kadar ulaşmıştır. Onlardan, o zamanlar küresel ölçekte bir süper gücün başkenti olan Roma'nın, 1000 yıldan fazla bir zaman zarfından evvel yanan Truva'nın alevlerinden doğan emperyal bir anka kuşu olarak tasavvur edildiğini öğreniriz.



Hikayemiz kahraman Aeneas'ın mö 12. yüzyılın başlarında Truva'nın yıkılışından, yaşlı babası Anchises'i omuzlarında taşıyarak ve oğlu Ascanius'u elinden tutup sürükleyerek kaçmasıyla başlar. Bu betimlemedeki dikkat çeken bir diğer husus ise Anchises'in, oğlu tarafından götürülürken Troia tanrılarının tasvirlerini, ırkının ruhlarını koruyarak yeniden doğmalarını sağlamak adına göğsüne asmış olmasıdır.


Velhasıl Aeneas diğer mülteciler ile birlikte deniz yolunu kullanarak katliamdan kurtulmayı başarmış fakat intikamcı tanrılar tarafından rahat bırakılmaması hasebiyle 7 yıl boyunca güvenli bir liman arayarak deryada dolaşmak durumunda kalmıştır. Nihayetinde fırtınalar Truvalıların gemilerini, Fenikeli sürgün kraliçe Dido'nun yeni bir şehir inşa etmekte olduğu Kartaca kıyılarına fırlatmış ve mültecilerin amansız seyri "geçici bir süreliğine de olsa" sona ermiştir. Bilahare Aeneas'ın ilahi annesi Venüs, oğlunu Dido ile evlendirerek korumaya çalışmış ancak göklerin efendisi ve müstakbel Roma şehrinin hamisi Jüpiter bu girişime icazet vermemiştir. Tanrıların kralının emri açıktır: Aeneas vakit kaybetmeden Afrikalı - Pön aşığını terk etmeli ve İtalya'daki tarihi görevini ifa etmelidir. Diğer tarafta ise terk edilmenin verdiği keder ve öfkeyle çılgına dönen Dido, Aeneas'ı lanetlemiş ve halkının Troialılara karşı ebediyen düşman kalmasını dileyerek intihar etmiştir. (bkz: Pön Savaşları)



Bu gelişmelerin akabinde Napoli Körfezi yakınlarında İtalya'da karaya çıkan Aeneas, Apollon'un elçisi ve gizemli sanatlar ustası olan Cumaelı Sibylla ile karşılamış ve onun rehberliğinde kısa bir süre önce hayatını kaybeden babası Anchises'i görmek üzere yeraltı dünyası'na inmiştir. Burada, ileride Roma tarihine damgasını vuracak isimler (henüz doğmamış olmaları hasebiyle ruh biçiminde) sıra halinde önlerinden geçerken Anchises, oğlu için şu kehanette bulunur: "Diğerleri ... daha dikkatli bir şekilde bronzdan nefes alıp veren suretler işleyecek, mermerden canlı suratlar yontacak, davalarını daha yetkin bir şekilde savunacak, ölçü aletleriyle gökyüzündeki hareketleri tespit edecek ve takımyıldızlarının yükselişini anlatacaklar. Fakat senin için Romalı, senin ilgilendiğin şey kavimleri yönetmek olsun, senin yeteneğin şu olsun: Barışın hükmünü dayatmak, itaatkarları esirgemek, kibirlileri ezmek."

Yukarıdaki pasajda Anchises'in Romalılar ile kıyasladığı uygarlık, Yunanlardır. Metnin ana düşüncesinde vurgulanmak istenen ise her ne kadar Yunanlar daha iyi sanatçı, hatip ya da alim olsalar da dünyayı yönetmeye yazgılı olanlar Romalılardır ... Ancak Romalıların sahip olacağı kudretin ve görkemin elbette ki bir bedeli olacaktır ve nitekim Anchises'in kehanette bulunduğu esnada Aeneas'ın yanında bulunan bir diğer büyük kahin Sibylla, acı bir şekilde feryat eder: "Savaş ve savaşın tüm korkunçluklarını görüyorum. Tiber'in kanla akıp köpürdüğünü görüyorum."



Gerçekten de Aeneas'ın hemen ardından Latium'da karaya çıkan takipçileri, kısa bir süre içinde kendilerini bir ölüm kalım mücadelesi içerisinde bulurlar. Aeneas, Latium kralının kızıyla evlenip Latin halkıyla bir ittifak kurmak istese de Rutulia kavminden Turnus'un başını çektiği başka bir yerel grup, Truvalıları mütecaviz olarak görmekte ve onların bir an önce topraklarından gitmelerini istemektedir. Nihayetinde ise kaçınılmaz bir şekilde savaş köpeklerinin tasmaları çözülür ve kanlı savaşlar birbirini takip eder. Sonunda İtalya'nın (ve dünyanın) kaderini belirlemek üzere iki kahraman (Aeneas ve Turnus) bir düelloda karşı karşıya gelir. Teke tek çarpışma öncesi, İlyada'da olduğu gibi Venüs (bkz: Afrodit) yine devreye girmekte gecikmez ve demirci tanrısı Vulcanus'u (bkz: Hephaistos) oğlu için miğfer, kılıç, göğüs ve baldır zırhları ile mızrak ve kalkandan oluşan müthiş bir takım yapmaya ikna eder. Bronz, gümüş ve altından yapılan kalkanın ön yüzü, Roma'nın gelecekteki zaferleriyle süslenmiştir ve tam ortada doğu ile batı uygarlıkları arasındaki apokaliptik bir mücadele olan, mö 31 yılında Actium'da gerçekleşecek büyük deniz savaşının tasviri yer almaktadır. Velhasıl mücadele başlar ve kavganın zirve noktasında tanrılar, Turnus'un takatini keserek "yeni nizamın savunucusu" Aeneas'a avantaj sağlar. O da kendisine sunulan bu fırsatı geri çevirmez ve Turnus'u, uyluğunu delen bir mızrak atışıyla devirir. Akabinde ise Vergilius'un ifadeleriyle "kindar bir sertlikle, öfkesi alevlenmiş ve korkunç bir hiddet içinde" kılıcını göğsüne saplayarak rakibinin kalan canını da alır ...



Aeneas, savaştan 3 yıl sonra ölür ve yerine oğlu Ascanius geçer. Ascanius'un lider sıfatıyla gerçekleştirdiği ilk icraat ise babasının yerleşim yeri olan Lavinium'u terk ederek yakınlardaki tepelerde bulunan Alba Longa'da yeni bir şehir kurmak olacaktır. Kendisi ve halefleri yeni yerleşkede 300 yıl boyunca hükmedeceklerdir ancak mö 8. yüzyıla gelindiğinde Alba'nın son meşru kralı olan Numitor'un yönetme hakkı, bir gasıp ve tiran olan Amulius tarafından elinden alınır ve devrik lider, kentten sürülür. Bununla da yetinmeyen Amulius, Numitor'un tek çocuğu olan bakire Rhea Silva'yı da Vesta rahibesi olmaya zorlar. Vestaların evlenmesine izin verilmemesi nedeniyle, bu yoldan Numitor'un soyunu kurutmayı amaçlayan Amulius planında başarılı olamaz; zira Rhea, savaş tanrısı Mars tarafından gebe bırakılır ve Romulus ile Remus isimli ikizleri dünyaya getirir. Amulius bunu öğrendiğinde Rhea'yı zindana, oğullarını ise Tiber nehri attıracaktır. Ancak ikizler için tanrıların farklı planları vardır ...


Boğulmak şöyle dursun; vurdukları kıyıda dişi bir kurt tarafından emzirilerek hayatta kalmayı başaran Romulus ve Remus, bilahare kraliyet çobanı Faustulus ve karısı tarafından bulunurlar ve evlat edinilirler. Yetişkin birer adam olduklarında, kökenleri hakkındaki gerçeği öğrenen ikizler büyük bir hırsla Amulius'u devirme işine koyulurlar ve nihayetinde büyükbabaları olan Numitor'u yeniden iktidara getirirler. Kardeşlerin ikinci icraatı ise çok uzun zaman evvel, Tiber'in sularından kurtarıldıkları yere kendi şehirlerini kurmak olur. Ancak ortada bir sorun vardır. Hem Romulus hem de Remus, krallık üzerinde hak iddia etmektedir. Romulus ve takipçileri Palatium Tepesi'ne yerleşirken, Remus ile taraftarları Aventinus Tepesi'nde konumlanır. İlahi bir işaret bekleyen ikizlerin kaderleri artık, değirmenleri yavaş dönen tanrıların ellerindedir. İlk olarak Remus için gökyüzünde 6 akbaba belirir. Bunun hemen ardından ise romulus için 12 tane ... Tanrılar açık konuşmamıştır: Belirleyici olan öncelik mi yoksa nicelik midir ? Her iki tarafın iddiaları, kaçınılmaz bir şekilde öfke ve suistimale yol açar. Romulus kontrolü ele alır ve bir şehir inşa etmeye başlar. Ancak o ve takipçileri sınır boyunca bir duvar (din ve tabu tarafından korunan kutsal bir sınır) örmek için çalışırken Remus diğer tarafa atlar. Böylesine bir meydan okuma ve saygısızlık karşısında hiddete kapılan Romulus, yaşanan kavganın akabinde öz kardeşini öldürür. (bkz: Habil ile Kabil)


Velhasıl Roma, mö 753 yılında bir kardeş katli ile kurulur ve Romulus, gelecekte insanlık tarihine damga vuracak yeni şehrin ilk kralı olur. Temelleri yeni atılmış her medeniyetin yaşaması muhtemel olan beka sorununu giderebilmek adına yerleşimcilere ve askerlere ihtiyaç duyan Romulus, şehrini sürgünlere, haydutlara ve kaçak kölelere sığınılacak bir liman olarak sunmakta herhangi bir beis görmez. Daha sonra ise mezkur kimselere eş bulabilmek adına komşu Sabini kavminin kadınlarını kaçırmak için harekete geçer. Bir savaş döneminin ardından, Latin ve Sabini kavmi arasında birlik kurulmasını müzakere ederek hükümdarlığının son yıllarında Roma'yı Sabini kralı Titus Tatius ile beraber yöneten Romulus, yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere, cumhuriyet rejiminin tesisinden evvel krallığı yönetecek olan 7 hükümdardan ilkidir. Bu krallardan ikincisi, bilgeliği ve Roma dini sisteminin kurucusu olması hasebiyle saygı duyulan Numa Pompilius; üçüncüsü ise katliamlarıyla meşhur ve aynı zamanda bir savaş çığırtkanı olan Tullus Hostilius'tur. Tahta çıkan dördüncü kişi; dışarıda diplomasiyi, içerde ise kamu hizmetlerini tercih eden ılımlı Ancus Marcius'tur. Beşinci kral, popülist bir siyasetçi haline gelmiş Etrüsklü bir maceraperest olan ve albenisi sayesinde iktidara uzanıp, bilahare herkesçe bilinen sıfatıyla yani hayırsever diktatör olarak hükmeden Tarquinius Priscus'tur. Altıncı hükümdar, Tarquinius'un Latin mahmisi olan ve onun suikasta uğramasının akabinde hamisinin yerine geçerek ordu ve devlette radikal ıslahatlar yapan Servius Tullius'tur. Son olarak ise entrikacı ve kötücül bir despot olan Tarquinius Superbus, selefini öldürerek Romulus'un tahtına çıkar. Onu deviren darbe, monarşinin de sonunu getirir. Cumhuriyet kurulur ve Romalıların krallara karşı bitmek bilmeyen nefretlerinin temelleri bu şekilde atılmış olur.



Roma'nın kökenlerine dair Augustus döneminde anlatılan hikaye işte bu şekildedir. Aeneas, Romulus ve Roma krallarının öyküleri, geçmişte yaşananların gerçek bir anlatısı değil; dünyaya ilişkin dini bir anlayış ile temellendirilmiş, emperyal bir ideolojinin saygı duyulan metinleridir. Roma bir süper güçtür ve başarısı, tanrıların isteğine bağlıdır. Bu durumun bir diğer tezahürü de Romalıların tanrılar tarafından kutsanmış olmaları hesabına varır. Binaenaleyh basit bir tümevarım ile Romalılar, pekala tanrıların çocukları olarak kabul edilebilir (en azından Romalıların tasavvurunda). Ayrıca kutsal ile dindışı arasındaki sınırın böylesine muğlak olduğu pagan bir dünyada, mağlup edilen veya boyun eğdirilenler arasında kimsenin bu tarz bir iddiayı reddetmeye yeltenmeyeceğini de unutmayalım. Nihayetinde güç, mitin kanıtından başka bir değildir.



Aslına bakılırsa arkeolojik çalışmalara göre ne Geç Bronz Çağı İtalyası'nda herhangi bir Troialı yerleşim ne de mö 8. yüzyıl ortalarında Roma'nın bulunduğu bölgede bir şehir vardır. Aynı şekilde, Aeneas veya Romulus'un herhangi bir zaman aralığında yaşadığına dair bilimsel bir veri de bulunmamaktadır. Bu çifte mitin yaratılmasındaki asıl sebep, iki ideolojik dünya yani Antik Yunanistan'ın büyük tanrıları ve kahramanlarıyla, küçük ve basit bir İtalyan halkın yerel kültleri arasında bir köprü kurma ihtiyacıdır (bkz: meşruiyet) . Roma, bir süper güç haline gelince kökenlerini Homeros mitlerinin Lingua Franca'sında tartışmaya ihtiyaç duymuştur. Bu bağlamda Aeneas, yerli halk masalları ile kozmopolit yüksek kültür arasındaki aktarımı sağlamaktadır. Yerli İtalyan çocuğu Romulus, böylece emperyal şehrin kurucusuna yakışır bir hüviyet kazanmıştır. Romalı, her ne kadar Mars'ın dölünün ve bir kurdun sütünün ürünü olsa da, kentin küresel egemenlik iddialarını sağlama almak için aynı zamanda ilahi bir anne ile Homeros kahramanının soyundan da gelmesi gerekmektedir.



Mitler bugün hakkında konuşmanın araçlardır ve doğruyu söylemek gerekirse Vergilius'un Aeneas'ı, Homeros'un Akhilleus'u ile çok az benzerlik taşımaktadır. Aeneas, Augustus Roması için yaratılan bir kahramandır. Kederli ve yurtsever bir hüviyete sahip olan Truvalı, soyguncu bir kabadayı eşkıyalığını değil; emperyal bir efendinin kibirli dürüstlüğünü sergiler ve kendisi ya da kendi şanı için değil; ilahi olarak takdir edilmiş bir kaderin aracı, ortaya çıkmak üzere olan emperyal tarihin bir enstrümanı olarak hareket eder. Bu sayede amaca giden yolda kullandığı "araçlar" meşru bir zemine oturmuş olur. Ortaya çıkış anında yıkım tehdidiyle karşı karşıya kalan, bir İtalyan iç savaşının alevleri içinde doğan, dünyayı yönetmek ve ona nizam getirmek ile mükellef olan roma halkı, "zorunluluk" gereği savaşçı bir ırktır. Keza Roma'nın 1000 yıl süren kan, kölelik ve imparatorluk için getirdiği açıklama olan bu mit - tarih, gücünün zirvesindeki Roma emperyal yönetici sınıfının dünya görüşünü de yansıtmaktadır.



Bazı örneklerde ise mitolojik bir geçmiş ile günün siyasal koşulları arasındaki bağ açıktır. Vergilius, Aeneas'ı savaş için Actium'daki Octavianus'un tasvirini taşıyan bir kalkanla donatmıştır. Genellikle atıflar daha dolaylıdır. Aeneas, yukarıda da defaatle bahsini geçirdiğimiz üzere, korkunç bir iç savaştan galip çıkmıştır; tıpkı Octavianus'un Caesar'ın öldürülmesinin ardından yaşanan kanlı mücadeleyi kazanması gibi. Yine, Octavianus, amansız düşmanının aksine doğulu bir "fermente fatale" tarafından baştan çıkarılmaktan kaçınmış (bkz: Kleopatra) (bkz: Dido) ve böylece gerçekleşecek tarihin gösterisindeki rolünü oynamaya hazır bir şekilde kararlaştırılan yere zamanında ulaşmıştır. Nihayetinde ise iç savaşları sona erdirmiş, parçalanmış Roma devletini yeniden inşa etmiş ve bir anlamda başkenti baştan kurmuştur. Bütün bu gelişmelerin ışığında varabileceğimiz yegane sonuç ise Octavianus'un yeni bir Aeneas / Romulus, büyük atalarının gerçek bir reenkarnasyonu ve Roma'nın ikinci kurucusu olduğudur.



Konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere Mary Beard'den SPQR - Antik Roma Tarihi, Suetonius'tan On İki Caesar'ın Yaşamı, Adrian Goldsworthy'den Roma Nasıl Çöktü ? / Bir Süper Gücün Ölümü ve Neil Faulkner'dan Roma: Kartalların İmparatorluğu adlı eserleri tavsiye ediyorum.

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Umur Özer Hakkımda

Hukuk, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve tarih alanlarında eğitim almış biri olarak, analitik düşünceyi ve disiplinler arası bakış açısını ön planda tutuyorum. Akademik yolculuğuma Bilgi Üniversitesi'nde hukuk...

 

Devamını oku

 

Bültenimize Abone Olun

Telif Hakkı © 2025 Umur Özer - Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page