1917 Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin Kuruluşu
- Umur Ozer
- 2 gün önce
- 4 dakikada okunur

1917 Ekim Devrimi, yalnızca Rusya İmparatorluğu’nun siyasal rejimini köklü biçimde dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda 20. yüzyılın ideolojik mücadelelerinin de başlangıç noktasını oluşturmuştur. Söz konusu devrim, Şubat 1917’de Çarlık rejiminin yıkılmasının ardından kurulan Geçici Hükümet’in, toplumsal taleplere karşılık verememesi ve siyasal meşruiyet kriziyle karşı karşıya kalması sonucunda gerçekleşmiştir. Bolşevik Parti önderliğinde örgütlenen devrimci hareket, işçi, asker ve köylü sovyetleri aracılığıyla iktidarın merkezine yerleşmiş; bu süreçte Lenin’in öncülüğünde geliştirilen devrim stratejisi, Marxist teorinin Rusya’ya özgü koşullarda uygulanmasına dayalı yeni bir yönelimi temsil etmiştir. Ekim Devrimi, bu yönüyle hem sosyalist kuramın pratiğe dönüşmesinde bir model teşkil etmiş hem de kapitalist dünyada ciddi bir karşı ideolojik mobilizasyonun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ekim Devrimi’ne ve Sovyetler Birliği'nin kuruluşuna giden sürecin dinamikleri, 20. yüzyıl başındaki Rusya'nın sosyal, ekonomik ve siyasal yapılarında yaşanan dönüşümlerle yakinen ilişkilidir. Evvela 1905 Devrimi, işçi sınıfının ve köylülerin kitlesel hoşnutsuzluğunu ilk kez siyasal talepler dizisiyle ifade ettiği bir kırılma noktası olarak öne çıkmış; ancak mezkur girişim, Çarlık rejiminin kısıtlı tavizleri ve yoğun baskı politikaları sonucunda bastırılmıştır. Bu gelişmenin ardından gelen 1914 tarihli 1. Dünya Savaşı ise, Rusya açısından hem cephe hattında ağır kayıplar hem de iç cephede derinleşen ekonomik kriz anlamına gelmiştir. Artan gıda kıtlığı, fiyat enflasyonu ve ulaşım altyapısındaki çöküş, büyük kentlerde halkın günlük yaşamını sürdüremez hale getirmiştir. Bu koşullarda, 1917 Şubat ayında Petrograd’da başlayan halk ayaklanmaları, kısa sürede ordu içinde destek bulmuş ve süreç, Çar 2. Nikolay’ın tahttan çekilmesiyle sonuçlanmıştır. Gelgelelim Çarlığın yıkılması da Rusya adına yeni bir siyasal istikrar üretmemiş ve Geçici Hükümet ile Sovyetler arasında oluşan ikili iktidar yapısı, ülkenin geleceğine dair derin bir meşruiyet krizine yol açmıştır.
Şubat Devrimi sonrasında oluşan ikili iktidar yapısında Petrograd Sovyeti, işçiler ve askerler nezdinde büyük bir meşruiyet kazanmış; buna karşın Geçici Hükümet, halk nezdinde giderek zayıflayan bir otoriteye dönüşmüştür. Bu ortamda, Lenin’in Nisan 1917’de İsviçre’den dönüşü, Bolşevik Parti’nin stratejik yönelimini belirlemiş ve devrimin seyri üzerinde belirleyici bir rol oynamıştır. Lenin’in "Bütün İktidar Sovyetlere" ve "Barış, Ekmek, Toprak" gibi sloganları etrafında şekillenen Nisan Tezleri, yalnızca mevcut rejimin reddini değil; aynı zamanda burjuva - demokratik aşamayı atlamak suretiyle doğrudan sosyalist devrime geçilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bolşevikler, bilhassa savaşın yarattığı yıkım ve köylülerin toprak talepleri karşısında Geçici Hükümet’in kayıtsız kalması hasebiyle, kitlelerin hızla radikalleştiği bir ortamda desteklerini arttırmıştır. Nitekim Sovyetler içinde çoğunluğu elde etmeleri, devrimci inisiyatifi tekelleştirmelerine imkan tanımış ve parti içindeki disiplinli örgütlenme modeli sayesinde, kısa sürede siyasal iktidarın fiilen alternatifi haline gelmişlerdir.
25 Ekim 1917 gecesi (Gregoryen takvime göre 7 Kasım), Bolşevik Parti’nin uzun süredir hazırlıklarını sürdürdüğü silahlı ayaklanma, Petrograd'da sistematik bir biçimde hayata geçirilmiştir. Ayaklanma, Lenin ve Troçki’nin önderliğinde, Askeri Devrimci Komite tarafından koordine edilmiş ve mezkur komite, Petrograd garnizonunun önemli bir kısmı ile Kızıl Muhafızlar adı verilen silahlı işçi birliklerini kısa sürede denetimi altına almıştır. İşin bir diğer ilginç yanı ise Kızıl Devrimin, halk ayaklanması şeklinde değil; son derece disiplinli ve merkeziyetçi bir örgütlenme sonucunda ve bir darbe niteliğinde gerçekleşmesidir. Stratejik noktalar olan telgrafhaneler, köprüler, devlet daireleri ve tren istasyonları Bolşevik unsurlar tarafından ivedilikle ele geçirilmiş ve bunun sonucunda direniş göster(e)meyen Geçici Hükümet üyeleri Kışlık Saray’da tutuklanmıştır. Aynı saatlerde Smolni Enstitüsü’nde toplanan Tüm Rusya Sovyetler Kongresi, Bolşeviklerin önerisiyle yeni iktidarın Sovyetler eliyle kurulduğunu vakit kaybetmeden ilan etmiş; bu çerçevede Halk Komiserleri Konseyi oluşturulmuş ve Lenin başkan seçilmiştir. Nihayetinde bütün bu gelişmeler, fiilen Bolşeviklerin tek parti iktidarını başlatmış ve Rusya tarihinde yeni bir siyasal rejimin başlangıç noktasını teşkil etmiştir.
Ekim Devrimi’nin ardından Bolşevik iktidarı, toplumsal meşruiyetini pekiştirmekten ziyade, önce iktidarını korumaya ve muhalefeti etkisizleştirmeye yönelmiştir. Bu doğrultuda en acil meselelerden biri de, Rusya'nın 1. Dünya Savaşı’ndan çekilmesidir. Mart 1918’de imzalanan ve ağır koşullar içeren Brest-Litovsk Antlaşması sonucunda Rusya; Baltık bölgesi, Polonya ve Ukrayna gibi geniş topraklardan vazgeçmek durumunda kalmıştır. Buna rağmen Bolşevikler, savaşın derinleştirdiği yıkımı sona erdirme hedefi doğrultusunda antlaşmayı meşru bir adım olarak savunmuşlardır. Aynı dönemde Bolşeviklerin siyasal rakipleri olan Menşevikler, Sosyalist Devrimciler ve Kadetler sistemli biçimde siyasal süreçlerden dışlanmış ve bu durum, 1918-1921 yılları arasında sürecek olan "Kızıllar" ile "Beyazlar" arasındaki Rus İç Savaşı'na zemin hazırlamıştır. İç savaş sürecinde Bolşevikler, "savaş komünizmi" politikası doğrultusunda ekonomiyi merkezi kontrol altına almış ve zorunlu üretim ile tahıl toplama uygulamaları başlatmıştır. Aynı zamanda Çeka adı verilen istihbarat ve baskı aygıtı eliyle muhalif gruplar bastırılmış ve bu süreç, Bolşeviklerin devrim sonrası dönemde otoriter bir yönetim anlayışını benimsediklerini ortaya koymuştur.
Ekim Devrimi’nin uzun vadeli etkilerini incelediğimizde, yalnızca Rusya’nın siyasal yapısında değil, beynelmilel ilişkiler sisteminde ve ideolojik mücadelelerde de köklü dönüşümlerin yaşandığını görürüz. Zira Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi, ilk kez Marksist bir partinin teorik ilkelerini devlet yönetimine uygulama fırsatı bulduğu bir örnek teşkil etmiş ve bu durum, dünya genelindeki sosyalist hareketler için pratik bir model ve motivasyon kaynağı teşkil etmiştir. 1919 yılında kurulan Üçüncü Enternasyonal (Komintern), Sovyetler Birliği öncülüğünde dünya devriminin yayılması hedefiyle örgütlenmiş; bu yapı aracılığıyla Asya, Avrupa ve Latin Amerika'daki birçok ülkede komünist partilerin faaliyetleri desteklenmiştir. Ancak aynı süreçte, Batı Avrupa’da ve ABD’de yükselen antikomünist refleks, liberal demokrasiler ile sosyalist rejimler arasında ideolojik bir cepheleşmenin oluşmasına da sebebiyet vermiştir. 1920’lerden itibaren Sovyetler Birliği’nin dış politikası ile Batılı devletlerin güvenlik ve denge arayışları arasında şekillenen bu karşıtlık, 1945 sonrası dönemde Soğuk Savaş adıyla tanımlanacak olan kutuplaşmanın tarihsel temelini oluşturacaktır. Ekim Devrimi böylelikle, yalnızca bir rejim değişikliğinin değil, aynı zamanda küresel düzeyde siyasal, ekonomik ve ideolojik bir mücadelenin başlangıç noktası olarak tarihsel bir anlam kazanmıştır.
Sonuç olarak 1917 Ekim Devrimi, yalnızca Rusya’nın monarşik yapısından sosyalist bir düzene geçişini temsil eden bir olay değil; aynı zamanda modern çağın en kapsamlı toplumsal ve siyasal dönüşümlerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Devrim, kapitalist üretim ilişkileri ile burjuva demokrasilerine karşı radikal bir alternatif sunmuş ve bu yönüyle yalnızca mevcut iktidar yapısını değil, tarihsel gelişme anlayışını da dönüştürmeye yönelmiştir. Lenin öncülüğünde şekillenen Bolşevik strateji, siyasal iktidarın sınıfsal karakteri ile devlet aygıtının doğasını doğrudan hedef almış ve bu tavır, klasik Marksist teorinin pratiğe uyarlanmasında önemli bir sapmayı da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin sonraki yıllarda otoriterleşmesi ve merkeziyetçi yapısı eleştirilere konu olmuşsa da, Ekim Devrimi dünya genelinde ezilen sınıflar, sömürge halklar ve devrimci hareketler için bir referans noktası olmaya devam etmiştir. Bu çerçevede Ekim Devrimi, 20. yüzyılın ideolojik kutuplaşmasını şekillendiren, tarihsel sonuçları hala tartışılan ve dünya tarihinde derin izler bırakmış bir dönüm noktası olarak varlığını sürdürmektedir.
Konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere Neil Faulkner'dan Halkların Rus Devrimi Tarihi: Geçmişten Geleceğe Sosyalizm Dizisi, N. N. Sukhanov'dan 1917 Rus Devrimi, Karl Marx ile Friedrich Engels'ten Komünist Manifesto ve John Reed'den Dünyayı Sarsan On Gün adlı eserleri tavsiye ediyorum.
Коментарі