top of page

Unutkan Toplum, Cezasız Siyaset: Yangın Felaketlerinin Politik Arka Planı

Güncelleme tarihi: 28 Tem

ree
  • Her Yaz Aynı Felaket: Süreklilik Kazanan Kriz Hali


Ülkemiz, 2019'dan bu yana yaz aylarında adeta sistematikleşen bir orman yangını krizi ile karşı karşıya. Ege ve Akdeniz başta olmak üzere birçok ormanlık bölge, her yılın Temmuz ve Ağustos aylarında benzer şekilde alevlere teslim olmakta. Bu yangınlar, iklim krizinin etkisiyle elbette daha geniş bir çerçevede değerlendirilebilir; ancak sorunun yalnızca “doğa”yla açıklanamayacak kadar karmaşık bir boyutu vardır. Yangınlar, doğrudan kamu idaresinin hazırlıksızlığı, ihmal politikaları ve kriz anlarında sergilenen koordinasyonsuzlukla birleştiğinde bir “doğal afet” değil, adeta “yönetimsel bir çöküşün” göstergesi haline gelmektedir.


  • Hükümetin İhmali ve Kurumsal Reaksiyon Eksikliği


Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının, yıllardır süregelen yangınlar karşısında gösterdiği refleksler, sorunu sistematik biçimde çözmeye yönelik bir iradenin varlığından çok, günü kurtarmaya dönük panik tepkilerini andırmaktadır. Mezkur durumun en somut örneklerden biri ise, 2021 yazında Türkiye’nin çeşitli bölgeleri yanarken ortaya çıkmıştır: Türk Hava Kurumu'nun (THK) elindeki yangın söndürme uçaklarının yıllardır hangarlarda çürümeye terk edilmesi, uçakların gerekli bakım ile onarımlarının yapılmaması ve bunun yerine yurt dışından kiralama yoluna gidilmesi.


Bu tercihler yalnızca teknik birer hata değil, siyasal yönelimin de bir yansımasıdır. Merkeziyetçi ve partizan kadrolaşma anlayışı, liyakat esasını ortadan kaldırmış; ormanların korunması gibi teknik uzmanlık gerektiren alanlarda bile "siyasi sadakat" öne çıkmıştır. İktidarın doğa politikaları, kalkınma adı altında ormanlık alanları madencilik ve inşaat sektörüne açarken, orman yangınlarına karşı bir "ulusal strateji" oluşturulmamıştır. Bu da her yıl benzer bir trajedinin tekrarlanmasına neden olmaktadır.


  • Kutuplaşmanın Zırhı: Lider Eleştirilemez


AKP iktidarının son 20 yılında inşa ettiği siyasi atmosferde, her eleştiri “hainlik”, “teröre hizmet”, “devlet düşmanlığı” gibi kavramlarla damgalanmakta ve maalesef, orman yangınları gibi çevresel felaketler karşısında dahi bu dil terk edilmemektedir. Sosyal medyada hükümete yönelik eleştirilerini dile getiren yurttaşların gözaltına alındığı, yargılandığı veya sistematik şekilde linç kampanyalarına maruz kaldığı çok sayıda örnek ise bu çarpıcı gerçeğin bir yansımasıdır.


Bu bağlamda, eleştiri kültürünün sistematik olarak bastırılması, hükümetin krizleri yönetmesini değil; krizlerin üzerini örtmesini kolaylaştırmaktadır. Siyasetin kutuplaşma zeminine oturması, halkın felaketler karşısında birlikte hareket etme gerekliliğini örselemekte ve bu durum, iktidarın en büyük avantajlarından biri haline gelmektedir: Toplumun bir kısmının, yangın söndürme uçaklarının eksikliğine yönelik eleştirilerde dahi, “milli meseleye saldırı” zihniyetinin yarattığı bir aidiyet duygusuyla hareket etmesi. Binaenaleyh hükümetin ataletine ve sorumsuzluğuna dair bir yergide bulunmak neredeyse imkansız hale gelmektedir.


  • Uluslararası Yardım Tekliflerinin Reddedilmesi: Egoyu Devletleştirmek


Orman yangınlarının geniş alanlara yayıldığı ve ulusal kapasitenin açıkça yetersiz kaldığı durumlarda bile hükümetin dış yardımları reddetmesi, "ulusal gurur" ve "egemenlik" söylemleriyle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa ki bu tür afetlerde beynelmilel dayanışma sıradan bir uygulamadır; Fransa, Yunanistan, İtalya gibi pek çok Avrupa ülkesi birbirlerine yardım etmektedir. Ülkemizin (örneğin 2021 yangınlarında olduğu gibi) Yunanistan ve muhtelif Avrupa ülkelerinden gelen yardım tekliflerini reddetmesi ise, devletin "yardım kabul etmeyi zaaf olarak gören" bir zihniyetle yönetildiğini açıkça ortaya koymaktadır.


Bu tavrın ardında yatan gerçek, yalnızca "milliyetçi refleksler" değil; aynı zamanda kriz anlarını dahi kendi siyasi gücünü tahkim etmek için araçsallaştıran bir iktidar mantığıdır. Dış yardımın kabul edilmesi durumunda, hükümetin yetersizliği daha görünür hale gelecektir. Bu nedenle, ormanlar kül olurken bile politik imajın sarsılmaması tercih edilmektedir. Ancak bu tercihin bedelini doğrudan doğruya doğa, hayvanlar, köylüler ve aslında bütün ülke ödemektedir.



  • Terör ? Şemdin Sakık’ın Tehdidi ve Yangınların Sabotaj Olasılığı


Bu noktada göz ardı edilemeyecek bir başka boyut da, geçmişte PKK tarafından yapılmış açıklamalardır. Bilhassa 1990’larda, örgütün önde gelen isimlerinden Şemdin Sakık'ın, “şehir merkezlerinde savaşamayız ama ormanları yakarız” şeklindeki söylemleri, orman yangınlarının bazı durumlarda bir tür “terör stratejisi” olarak kullanılabileceğini açıkça ortaya koymaktadır.


Nitekim PKK'ya yakın bazı oluşumların, geçmişteki bazı yangınları üstlendiği bilinmektedir. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bu ihtimali ciddiye alarak proaktif güvenlik önlemleri oluşturmak yerine, iktidarın bu tür sabotaj risklerini ya göz ardı etmesi ya da yalnızca politik manevra aracı olarak kullanmasıdır. Eğer sabotaj ihtimali gerçekse - ki kimi yıllarda ciddi bulgular ortaya çıkmıştır - bunun gerektirdiği teknolojik izleme altyapısı, insansız hava araçları, uydu bağlantılı erken uyarı sistemleri neden hala yetersizdir ? Hükümetin hem bu tehditlere karşı caydırıcı bir strateji geliştirmemesi hem de bunu iletişimde sürekli araçsallaştırması, güvenlik zafiyetini açığa vurmaktadır.


  • Siyasal Hafıza ve Algı Yönetimi: Balık Hafızalı Toplum Varsayımı


Orman yangınları gibi büyük felaketlerin kamuoyunda ciddi tepkilere neden olması, aslında siyasal iktidarın doğrudan hesap verme sorumluluğunu gündeme getirir. Ancak ülkemizde hükümetin bu gibi krizlere karşı duyarsız kalabilmesinin ardında, "toplumun balık hafızalı olduğu" yönündeki yaygın inanç yatmaktadır.


Bu inanç, Erdoğan yönetiminin krizleri kısa vadeli manipülasyonlarla savuşturabileceği kanaatine dayalıdır. Yangınlar esnasında birkaç gün süren yoğun tepki, sosyal medyada dolaşan “helikopter nerede” başlıklı isyanlar, birkaç hafta içinde unutulmakta, gündem başka bir krizle değiştirilmektedir. Bu bağlamda hükümetin, krizlerin toplum belleğinde kalıcı bir iz bırakmadığına güvenerek stratejik bir ilgisizlik politikası benimsediği pekala söylenebilir.


Ne var ki son dönemde yapılan kamuoyu yoklamaları, bu stratejinin artık eskisi kadar etkili olmadığını göstermektedir. AKP’nin oy oranlarındaki düşüş, yalnızca ekonomik sebeplerle değil; aynı zamanda bu tür çevresel ve yönetimsel felaketler karşısında gösterilen beceriksizlikle de ilişkilidir. Binaenaleyh iktidarın, toplumsal hafızayı manipüle edebilme kapasitesi zayıfladıkça, kriz yönetimindeki ihmalkarlık daha görünür hale gelmektedir.


  • Yangın Sonrası İmar Politikalarıyla Orman Alanlarının Ranta Açılması


Yangınların hemen ardından, bölgenin doğal yapısına uygun olmayan projelerle imara açılması artık tesadüf sayılamayacak bir düzen halini almıştır. Bilhassa turizm bölgelerinde çıkan orman yangınlarının ardından otel, villa ve lüks konut projeleri için adeta bir “imar seferberliği” başlatıldığı görülmektedir. Bu durum da, yangınların doğal yollardan değil; ranta dayalı bir sürecin ön aşaması olarak ortaya çıktığına dair ciddi ve haklı şüphelerin doğmasına sebebiyet vermektedir.


Mevcut iktidar döneminde defalarca değiştirilen “orman vasfını yitirmiş alanların değerlendirilmesi” gibi düzenlemeler, bu endişeyi daha da derinleştirmektedir. Yanan alanların orman statüsünde kalması gerekirken, "özel proje alanı" ilan edilmesi ya da TOKİ benzeri kurumlara devredilmesi, çevresel tahribatın yanı sıra kurumsal çürümenin de göstergesidir. Bu tarz bir yaklaşımın yalnızca kısa vadeli ekonomik kazançlar için değil; aynı zamanda siyasal sadakat ilişkileri çerçevesinde "sermaye gruplarına kaynak aktarma işlevi" taşıdığı da göz ardı edilememelidir.


  • Siyasal Sonuçlar: Bu Yangınlar Yalnızca Ormanları mı Yakıyor ?


Görünen o ki, son günlerde yaşanan orman yangınları yalnızca doğayı değil; aynı zamanda mevcut iktidarın siyasal meşruiyetini de yok etmektedir. Her felaketin ardından dile getirilen "kader planı" ve benzeri söylemler, yönetimsel tekrarların ve çözülemeyen krizlerin birikimini temsil etmektedir. Sonuç olarak; iktidarın çevre politikaları ve afet yönetimi pratiği, toplumun geniş bir kesiminde “siyasi tükenişin semptomları” olarak algılanmaktadır.






Commenti

Valutazione 0 stelle su 5.
Non ci sono ancora valutazioni

Aggiungi una valutazione

Umur Özer Hakkımda

Hukuk, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve tarih alanlarında eğitim almış biri olarak, analitik düşünceyi ve disiplinler arası bakış açısını ön planda tutuyorum. Akademik yolculuğuma Bilgi Üniversitesi'nde hukuk...

 

Devamını oku

 

Bültenimize Abone Olun

Telif Hakkı © 2025 Umur Özer - Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page