top of page

Haçlı Seferlerinin En Karanlık Yüzü: Maarra

Güncelleme tarihi: 17 Haz



ree

"Burası yabani hayvanların kol gezdiği bir çayırlık mı yoksa benim evim mi, doğduğum yer mi, bilmiyorum!"


Bağları, zeytinlikleri ve incir bahçeleriyle refah içerisinde ve o dönemde Halep'in hükümdarı olan Rıdvan'ın metbuluğu altında dingin bir yaşam idame ettiren Maarra şehrinin kaderi, "kutsal toprakları kurtarma" gayesi ile batıdan yola revan olmuş ve daha sonra Haçlılar olarak nitelendirilecek olan Frenklerin istilası sırasında korkunç bir hal alacaktır.


1098'in ilk aylarında Maarra sakinleri, kendi şehirlerinden üç günlük yürüyüş mesafesi uzaklıkta bulunan Antakya'da gerçekleşen savaşı kaygı içerisinde takip etmektedirler. Şehrin düşmesinin akabinde muzaffer Frenkler, komşu birkaç köye çapul akını düzenlemiş ancak Maarra'ya dokunmamışlardır. Sıranın kendilerinde olduğunu hisseden şehrin kimi sakinleri, daha güvenli olacağını düşünerek Halep, Humus ve Hama gibi nispeten daha büyük ve korunaklı yerlere göç etmeyi tercih etmiş ve zaman, kasım ayının ortasına doğru binlerce Frenk atlısı gelip de Maarra'yı kuşattığında, bu kaygıların ne kadar yerinde olduğunu haklı çıkarmıştır. Nüfusun bir bölümü kaçmayı başarmış olsa da, çoğunluk kapana kısılmıştır. Maarra'da düzenli bir ordu değil, yalnızca şehir milisi vardır ve hiçbir askeri tecrübesi olmayan birkaç yüz genç de, tehlikenin büyümesinin ardından ivedilikle milis kuvvetlere katılmıştır. Ürkütücü şövalyeler karşısında iki hafta boyunca şehri cesurca savunan kuvvetlerin direnci, 11 Aralık 1098'de kırılmış ve Maarra'nın ileri gelenleri, saldırganların başında bulunan Antakya'nın yeni efendisi ve 1. Haçlı Seferi'nin meşhur 4 komutanından biri olan Bohemond ile şehrin teslim şartlarını görüşmek üzere temas kurmuştur. Bohemond, çarpışmayı kesip bazı meskun yerlerden çekilmeleri koşuluyla şehrin sakinlerinin canının bağışlanacağına dair söz vermiş; ancak Haçlı Seferleri esnasında sıkça gördüğümüz üzere Frenkler, yine, verdikleri sözde durmamışlardır. İbnü'l Esir'in aktardığına göre; 12 aralık günü şafak ile beraber şehre giren kuvvetler, büyük bir kıyım gerçekleştirmiştir. Ancak anlatıdaki dehşet, kurban sayısının çokluğundan ziyade, ahaliye reva görülen ve tasavvuru bile güç olan sondan kaynaklanmaktadır.


"Maarra'da bizimkiler yetişkin dinsizleri kazanlarda kaynatıyor, çocukları ise şişe geçiriyor ve kızartıp yiyorlardı." 


Bu sözler, Frenk kronikçi Raoul de Caen'e aittir. Maarra'ya yakın yerleşimlerde yaşayanlar, Raoul'un bu itirafını okumasalar dahi, görüp işittiklerini ömürlerinin sonuna kadar unutamayacaklardır. Hem yerel ozanlar hem de sözlü rivayetler tarafından yayılan bu vahşetin anıları, silinmesi çok zor bir Frenk imgesini belleklere kazıyacaktır. O dönemde kültür olarak çok üstün olsa da, her türlü savaşçılık özelliğini çoktan yitirmiş olan Araplar açısından Frenk istilası, korku ve horgörünün birbirine karıştığı duyguların hasıl olmasına sebebiyet verecektir. Bu algının bir tezahürü olarak Arapların hemen hemen bütün destan edebiyatında Frenkler, "insan yiyen kişiler" olarak betimlenecektir.


Maarra'daki vahşetin ertesi yılı Bohemond'un Papa'ya gönderdiği resmi mektupta konuya dair şu ifadeler yer almaktadır: "Ordu, Maarra'da korkunç bir açlığın pençesine düştü ve ihtiyaç, onları Müslümanların cesetlerini yemek gibi canavarca bir işe mecbur etti."


Maarra bölgesinin sakinlerinin maruz kaldıkları ve sadece "açlık" ile izah edilemeyecek zulüm, 1098'nin meşum kışı boyunca devam etmiştir. Bağnaz Frenk çeteleri olan Tafurların, Müslüman eti yemek istediklerini yüksek ses ile haykırarak kırlara dağıldıkları ve akşamları öldürdükleri insanları parçalayıp yemek için yaktıkları ateşin başında toplandıkları, muhtelif kaynaklarda belirtilmektedir.


Bu yamyamlık bir ihtiyacın sonucu mudur yoksa bağnazlığın mı ? Tüm bu anlatılanlar son derece gerçekdışı gelse de, tanıklıklarda dile getirilen suçlamalar hem betimledikleri olaylar hem de hissedilen marazi hava açısından inandırıcıdır. Bu bağlamda, Maarra'daki kuşatmaya bizzat katılmış Frenk kronikçi Albert d'Aix'in bir cümlesi, dehşet düzeyindeki erişilmezliğini korumaktadır: "Bizimkiler sadece öldürülmüş Müslümanları değil, köpekleri bile hiç iğrenmeden yiyorlardı !"


Maarra'da yaşanan vahşet, Araplar ile Frenkler arasında yüzyıllar geçse de kapanmayacak derin bir uçurum yaratacaktır. Bu menfur hadisenin bir sonucu olarak, Frenk istilası sırasında pek çok şehir, köşeye sıkıştırılmadıkları takdirde direnmeden teslim olmuştur. Arkalarında dumanı tüten harabelerden başka bir şey bırakmayan Frenklerin Kudüs'e doğru yürüyüşleri esnasında kendi iç çekişmeleriyle meşgul olan Suriyeli emirler ise, Maarra ile aynı kaderi paylaşmamak adına istilacılara armağanlar yüklenmiş elçiler göndermiş ve iyi niyetleri konusunda güvence vermişlerdir.


Haçlı Seferleri'ne dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere; Ernoul Kroniği / Haçlı Seferleri Tarihi ve Amin Maalouf'dan Arapların Gözünden Haçlı Seferleri adlı eserleri tavsiye ediyorum.

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page