Monarşi ve Cumhuriyet Kavramları Üzerine
- Umur Ozer
- 18 Mar
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 12 Haz

Dünya tarihi, 1783 Amerikan ve 1789 Fransız devrimlerine kadar monarşik bir düzenin ekseninde seyretmiştir. Hatta Fransız devrimi bir imparatorluk hanedanı doğurmuş (bkz: Napoleon Bonaparte) ve bu hanedan, "geçici restorasyon" ile "ikinci imparatorluk" döneminde ülkenin yönetimini elinde bulundurmuştur. Velhasıl 19. yüzyılın ikinci yarısının son demlerine kadar dinleri, felsefeleri, kraliyete verebilecekleri çeşitli biçimler ne olursa olsun büyüklü küçüklü tüm uygarlıkların monarşik bir yönetim altında hayatlarını idame ettirdiğini görmekteyiz.
Pek tabii olarak her uygarlığın yöneticilerine atfettiği anlam ve önem, sahip oldukları kültür doğrultusunda çeşitlenmekteydi. Çin'de Göğün oğlu'nun (imparatora verilen isim, Çince karşılığı T'ien - Tseu), Roma'da Palatino tepesi'ndeymiş gibi ülkesini yönetmesi beklenemezdi ya da Aztekli yöneticilerin Charlemagne 'ın kılık kıyafetini üstlerinde taşımalarını beklemek abesle iştigal olurdu.
Söz konusu çeşitlilik yalnızca yönetilen toplumun sahip olduğu kültürün monark üzerindeki etkisiyle sınırlı kalmamış, bu etki çift taraflı hasıl olmuştur. Yani toplumun hüviyeti, monarkın gücünün sınırlarını çizmiştir. Bu bağlamda "monarşinin evrensel yasalarına" tezat teşkil eden istisnai iki örnek dikkat çeker: Yunan demokrasisi ve Roma cumhuriyeti.
Evvela bir anlam karmaşasına mahal vermemek adına kavramların ayırdını iyi yapmamız gerekir. İlk olarak demokrasi ve cumhuriyet kelimeleri eş anlamlı değildir. Çağdaş demokrasilerde hem Britanya'da olduğu gibi krallara hem de iktidarın kurgusal olarak halka ait olup seçmenlere tek bir listenin sunulduğu cumhuriyetlere rastlanır. Cumhuriyet, demokrasiden farklı hüviyete sahip bir kavramdır çünkü cumhuriyette yönetici sınıf, iktidarı nüfusun önemli bir bölümünü dışlamaya yatkın toplumsal bir teşkilat tarafından tevdi edilen vekalet aracılığıyla icra ederken demokrasi, en azından teoride cinsiyet, mevki, servet veya eğitim seviyesi ayırt etmeksizin, her bireyin kendini ifade hakkını, cinsiyetini tanır. örnek vermemiz gerekirse; Roma, demokratik bir rejim ile değil, cumhuriyetçi bir rejim ile yönetilirdi çünkü yurttaşlar yöneticileri seçmesine rağmen nüfusun ezici çoğunluğu Roma yurttaşlığına sahip değildi. Üstelik köleler de bahsi geçen ezici çoğunluğun dışındaydı. Yunan demokrasisi ise hiçbir zaman "kısıtlayıcı" bir cumhuriyetten öteye gidemedi.
Yunan Demokrasisi
"Yunan dehası", Girit / Miken'den gelen kralların hükümdarlığı sırasında neşet etmiş ve gelişmiştir (mö 2000-1200). Mö. 8. yüzyıldan itibaren aristokrat sınıfın güç kazanması ile beraber Yunanistan, tabiri caizse kralların boyunduruğundan kurtulmuş ve aristokrasi, kendi bünyesine katmak amacıyla kralların ayrıcalıklarını tedricen ortadan kaldırmıştır. Bu süreç içerisinde yalnızca Sparta, eski rejimini korumuş ancak burada da aynı anda iki kralın varlığı ve rekabeti Spartalıları güçsüz düşürmüştür (takribi mö 550). Atina'da ise servetle ve doğuştan ayrıcalıklı kılınmış aristokratlar ile zenginleşmiş yeni tüccar sınıfı ve daha sonra avam arasındaki husumet zaman içerisinde kentin yönetiminin "halkın desteğiyle" tiranların eline geçmesini sağlamıştır.
Atina'da "gerçek anlamda" demokrasinin tesis edilmesi, adına bir yüzyılın atfedildiği Perikles dönemine tekabül eder. Mö 508-405 arasını kapsayan bu zaman zarfı Yunan uygarlığının görece en görkemli dönemidir. Ancak Perikles'in 429'da ölümünden kısa bir süre sonra Atina, Sparta'ya boyun eğer ve demokrasi rafa kalkar. Peloponnessos savaşı akabinde İsokrates, Ksenephon ve Platon gibi filozofların reform ihtiyacını yüksek sesle dile getirmesiyle beraber toplumda monarşiye dönüşün tek çare olduğuna dair kanaat yavaş yavaş filizlenmeye başlar. Politik yaşamın güncel gerçekliklerine rağmen monarşik özlemler, bir şekilde ortaya çıkmaktadır ve artık politikacılara güvenin kalmadığı, demagojiye doyulduğu, ahlaki krizin şiddetlendiği mö. 4. yüzyıl gibi anarşinin hızla arttığı bir dönemde İkinci Philippos fırsatı değerlendirir ve mö 338 itibariyle Atina'yı egemenliği altına alır. Koşullar düşünüldüğünde ahvalin bu şekilde hasıl olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Boşluğu gören Filip, aksiyon almış ve muvaffak olmuştur. Tabiri caizse yaşam onu çağırmıştır. Antik Yunan'ın haşmetli demokrasi tarihi, başladığı gibi, yani kralların egemenliği altında, bu şekilde nihayete ermiştir.
Roma Cumhuriyeti
Geleneğe göre Roma, Romulus tarafından mö 753 yılında kurulur. Romulus'u müteakiben bir dizi kral tahta çıkar ve bu "ilk krallar", Cicero'nun da ifade ettiği gibi "felsefi ruhlarında taşıdıkları inayet alametleriyle" bir mitin parçasıdırlar. Roma'nın monarşiden cumhuriyet rejimine evrilmesinin altında ise toplumsal bir travma yatar. Kent, mö. 575 civarında Etrüsklerin eline düşer. Söz konusu esaret ile beraber halk, krallara sırt çevirir. Tabi ki toplumda Roma krallarına karşı oluşan memnuniyetsizliğin başka farklı sosyolojik sebepleri de vardır ancak her ne olursa olsun resmi tarihyazımına göre takribi mö 509'da Romalılar monarşiyi lağveder. Ancak bu tarih ile alakalı ihtilaflar mevcuttur çünkü Etrüsklerin Roma işgali mö 475'e kadar sürer. Kimi tarihçilere göre (bkz: Livius) cumhuriyet rejimin başlangıcı için 475 sonrasını göstermek daha doğru olacaktır.
Velhasıl Yunanistan'da olduğu gibi asiller yani (bkz: Patrici) sınıfı, monarşinin yıkılmasından açıkça nemalanırlar. Zaferinin tadını çıkarma peşinde olan muzaffer aristokrasi, oligarşiyi tesis edebilmek adına gerekli adımları atar. İlk başta bir çeşit intihabi monarşinin mevcudiyetini düşündürecek makul sebepler vardır. İktidarı temsilen iki eşit konsül, sınırlı bir dönem için atanır. Konsüle ait ayakları "x" şeklindeki "teker iskemle" (bkz: sella curulis), kraliyet tahtından başka bir şey değildir. Halk ise iktidar için bir illüzyondan ibarettir. Roma'da halk (pleb ile karıştırmayalım), yurttaş olmayan bir kitlenin ve kölelerden oluşan daha büyük bir kitlenin bağrındaki bir avuç yurttaşı temsil eder.
Aslında Roma halkının tamamı gibi aristokrasi de içinde krala karşı derin bir özlem duygusu besler. Kendi soyu, kökeni ve tarihinden gurur duyan Romalılar, dünyanın cumhuriyet ile başladığına asla kani değildirler. Rejim değişikliğine rağmen ülkede kralların hatırasına her daim saygı duyulur. Örneğin devlet hayatının merkezi olan Forum'da, Romulus tarafından dikildiği rivayet edilen kutsal bir İncir ağacı imparatorluk çağına kadar büyük hürmet görmüştür ve gövdesi kuruduğunda Roma'da 3 gün boyunca yas ilan edilmiştir. (bkz: Minas Tirith) (bkz: The White Tree) (bkz: Yüzüklerin Efendisi)
Ziyadesiyle dindar olan Roma halkı, monarşinin ilgasının, Jüpiter'in (Zeus) krallığında yaşayan tanrıların gazabını çekecek ladini bir icraat olduğunun tamamen farkındadır ve onları yatıştırmak amacıyla Rex sacrorum ve eski kralların ayin görevlerini miras alan Pontifex maximus gibi makamların varlığıyla monarşinin "görünürde" devam etmesine verirler. Kimilerinin "fosilleşmiş" dediği, en ufak görevi ifa etmekten aciz, "tabuların ağırlığından başka artık ihtişamına dair hiçbir şeyi elinde tutamayan" bu "cumhuriyetçi monark" makamları, bir "ruhban hükümdar" hüviyetiyle dinin idaresini elinde tutar ve yurttaşlar ile devletin omuzlarına düşen görevleri onlara öğretir. Bu kadim makam daha sonra papalık hükümdarı şeklinde günümüze dek Papalık tarafından da kullanılacaktır.
Cumhuriyet rejimi, Platon'un da dediği gibi, sınırlı bir toprak parçası üzerinde ve az sayıda seçmen ile uygulandığı sürece etkili işlemektedir. Bu önermenin en çarpıcı örneklerinden biri olan Roma'da da ülke genişledikçe, yurttaş sayısı arttıkça ve zenginlik "herkese yetmemeye" başladığında çatlak sesler hasıl olmaya başlar. Önce mö 107 ve 86 arasında yedi kez konsül olan Marius ve ardından Sulla ile başlayan "değişim hareketi", mö 23'te Octavius'un Augustus adıyla iktidara gelmesiyle nihayete varır ve Roma'da imparatorluk dönemi başlar.
400 yıldan fazla bir zaman boyunca cumhuriyet rejimi ile yönetilen ve "özgürlük düşkünü" olan gururlu! Romalılar, imparatorluk rejimi hasıl olmasına rağmen "monarşinin ihyasından" dem vurmazlar. Onlar soyluluğun tiranlığına son vermişlerdir! ve bu yeni rejim Romalılar için geleneklere dönüşü, asırların ötesine uzanan gerçek bir ihyayı ifade etmektedir.
Yorumlar