top of page

Hakikat Arayışı: Kültürlerarası Mitler ve Felsefi Alegoriler

Güncelleme tarihi: 4 Ağu



ree

Tarih boyunca insanoğlu yalnızca yaşadığı anı değil, o anın ötesinde bir hakikati de kavramaya çalışmıştır. Zamanın akışıyla açıklanamayan olaylar, mekanın sınırlarını aşan anlatılar ve varlığı sırra karışmış figürler; kimi zaman kutsal metinlerde, kimi zaman halk arasında kuşaktan kuşağa aktarılan efsanelerde karşımıza çıkmıştır. Yeşil Adam’dan Hızır’a, Zülkarneyn’den Yedi Uyurlar’a uzanan bu yolculukta; bast-ı zaman ve tayy-ı mekân gibi kavramlar, zamanın çizgisel doğasına meydan okur. Platon’un mağarasında zincirlenmiş zihinler, ışığın hakikatini ararken, insanlık da bu figürler aracılığıyla evrenin görünmeyen düzenini çözmeye çalışır.


Bu yazımızda, farklı kültürlerde ve inanç sistemlerinde karşımıza çıkan mezkur figürlerin izini sürerken, aynı zamanda ortak bir sorunun peşine düşeceğiz: Gerçeklik nedir ve onu "aşmak" mümkün müdür ?


  • Doğanın Yüzü: Yeşil Adam


Ormanın sessizliğinde, yosun tutmuş taşlarda beliren bir yüz… Ne tam insan, ne de yalnızca doğa. Yeşil Adam, Batı mitolojisinin en esrarengiz ve çok katmanlı figürlerinden biridir. Kimi zaman bir katedralin duvarında yapraklardan örülmüş bir surat olarak çıkar karşımıza, kimi zaman pagan bir bayramda çiçeklerle bezenmiş bir maskenin ardına saklanır. O, doğanın kendini yenileme kudretinin, mevsim döngüsünün ve yaşamın bitimsiz döngüsünün sembolüdür.


İngiliz gotik mimarisinde, bilhassa kilise cephelerinde rastlanan bu figür, ilk bakışta Hristiyan ikonografisine aykırı gibi görünür. Ancak Yeşil Adam, tarihsel olarak doğa-kültür ikiliğinin ötesinde bir yerde durur. Onun suretinde Hıristiyanlık öncesi doğa tanrılarının, Kelt mitolojisinin orman ruhlarının ve tarım kültürlerinin yaşamı kutsayan inançlarının izleri vardır. Aslında Yeşil Adam, yalnızca ağaçlara değil, insana da kök salmış bir mefhumdur; zira onun varlığı, insanın doğayla olan unutulmuş bağını hatırlatır.


Modern çağda çevreci hareketlerin de sembolü haline gelen bu figür, sadece geçmişin değil; geleceğin de sesi gibidir. Antropolojik olarak baktığımızda ise Yeşil Adam, insanın doğayı ehlileştirmeden önceki sezgisel korkusunu ve hayranlığını yansıtır. O, uygarlığın karşısında değil; uygarlığın temelindeki kadim bilginin bir yankısıdır.


  • Zamanın Dışında Bir Yolcu: Hızır


Antik imgelemde sıkça rastlanan “Yeşil Adam” motifi, zamanla çeşitli kültürlerde farklı biçimlerde karşımıza çıkmış; doğanın döngüselliğini, yaşamın sürekliliğini ve gizemli bilgeliği temsil etmiştir. Avrupa'daki gotik katedrallerin taşlarına oyulmuş sakallı, yapraklarla kaplı yüzlerden Anadolu’nun söylencelerine uzanan bu figür, İslam dünyasında Hızır suretinde belirir. Ancak Hızır, yalnızca bir doğa ruhu ya da folklorik bir karakter değildir; o aynı zamanda zamanın ve mekanın ötesinde, "hakikatin eşlikçisi" olarak zuhur eder.


Kur’an’da açık bir şekilde adı geçmeyen, ancak Kehf Suresi'nde Musa peygamberle olan kıssada anlatılan "ilim sahibi kul"un Hızır olduğu kabul edilmektedir. Söz konusu anlatıda Hızır, Musa’nın aklın sınırlarını zorlayan eylemlerini yorumlamasıyla, batınî (içrek) bilgiye ulaşmış bir veli olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda Hızır, sadece bir rehber değil; bilginin görünenin ardındaki katmanlarına ulaşmış, kadim bir sır taşıyıcısıdır.


Hızır’ın zamanla ilişkisinin en çarpıcı yönü ise, “ölümsüz” olduğuna dair yaygın inançtır. Bu inanca göre o, hala hayattadır ve "Allah’ın icazetiyle" darda kalanlara yardım eder. “Hızır gibi yetişmek” deyimi, mezkur mitolojik çerçevenin halk dilindeki izdüşümüdür. Hızır; bozkırda kaybolmuş bir çobana su olabilir, denizde batmakta olan bir gemiye rota çizebilir yahut düşmüş bir yolcunun elinden tutabilir. Bu yönüyle Hızır, tanrısal zamanla dünyevi zaman arasında köprü kuran bir varlıktır.


İlginçtir ki bu anlatı yalnızca İslam’a özgü değildir. Zülkarneyn figürüyle kurulan ilişkide Hızır, tıpkı Zülkarneyn gibi “dünyanın dört bir yanını dolaşan” bir bilgeliğe sahiptir. Bazı tasavvufî kaynaklarda Zülkarneyn’in Hızır’a yoldaşlık ettiği ya da Hızır’ın onun ordusunda yer aldığı aktarılır. Binaenaleyh Hızır, bir nevi gezgin bilge ve kozmik bir rehber konumundadır.


Öte yandan, tasavvufta Hızır, bilhassa Abdâl ve Ehl-i Hakk geleneğinde büyük bir öneme sahiptir. Ahmet Yesevî'den Mevlânâ’ya, pek çok sûfî onunla karşılaştığını, ondan ilham aldığını ya da bir şekilde onun lütfuna mazhar olduğunu aktarmaktadır. Hızır, bu metinlerde bir içsel dönüşümün habercisi, yolunu kaybedene yön gösteren bir mürşit olarak görünmektedir.


Muhtelif halk inançlarında ise Hızır, Zamanın Kutbu, yani evrende düzenin devamı için gerekli olan ruhani merkez figürü olarak kabul edilir. Onun sayesinde kıyamet geciktirilir, felaketler savuşturulur, hatta "dünya ayakta kalır". Bu yaklaşımda Hızır, neredeyse kozmik bir mihver haline gelir.


Tüm bu katmanlar düşünüldüğünde Hızır, yalnızca tarihi ya da dini bir karakter değil; insanlığın hakikat arayışının, zaman ötesi bir simgesidir. Onunla ilgili anlatılar, varoluşsal bir boşlukta yön arayan insanın bilinçaltındaki kurtarıcı figür arzusunu da yansıtır. Yeşil Adam’la doğayı temsil eder; Zülkarneyn’le bilgeliği; Musa’yla sınavı; halk efsaneleriyle şefkati; tasavvufla ise batınî gerçeğe açılan kapıyı.


  • Bast-ı Zaman, Tayy-ı Mekân: Varlığın Katları


İnsan algısı, doğası gereği zamanı ve mekanı lineer ve sabit bir biçimde deneyimler. Oysa klasik İslam tasavvufunda bast-ı zaman ve tayy-ı mekân kavramları, bu sınırların aşılabileceğini, varoluşun daha derin katmanlarının keşfedilebileceğini anlatır. Bu iki kavram, insanın zaman ve mekân algısının esnetilmesi, bükülmesi ile ilgilidir.


Bast-ı zaman, zamanı genişletme, durdurma ya da yoğunlaştırma yetisidir. Bu, bir insanın normalde yıllar alacak bir deneyimi, kısa bir anda yaşaması veya bir anda birçok olayı kavrayabilmesi anlamına gelir. Tasavvuf anlatılarında, evliyaların manevi yolculuklarında sıklıkla karşılaşılan bu durum, insanın sıradan algısının çok ötesinde bir bilincin varlığını gösterir.


Öte yandan tayy-ı mekân, mekanın katlanması veya aşılmasıdır. Bir anda binlerce kilometre uzakta olmak ya da aynı anda farklı yerlerde bulunabilmek gibi görülen bu durum, fiziksel dünyanın mutlaklığına meydan okur. Yine tasavvufi rivayetlerde, evliyaların ve Hızır’ın farklı coğrafyalarda bir anda ortaya çıkması buna örnek olarak verilir.


Mezkur kavramların somutlaştırdığı varlık durumu ise, zaman ve mekânı aşan bir bilinç halidir. Bu hali yaşayan kişi, evrenin görünür yüzünün ardındaki gizli düzeni sezebilir ve olayların iç yüzünü kavrayabilir. Bu, sıradan insan deneyiminden farklı, bambaşka bir varoluş biçimidir.


Hızır, bu bağlamda bast-ı zaman ve tayy-ı mekânın en önemli simgelerindendir. O, zamana ve mekâna bağlı kalmayan, ihtiyaç anında ortaya çıkan, evrensel bilgeliği temsil eden bir rehberdir. Aynı şekilde, Zülkarneyn’in geniş coğrafyalar arası yolculuğu ve Yedi Uyurlar’ın uzun uyku hali de bu kavramların farklı tezahürleridir. Modern zamanın mutlak gerçeklik algısına karşılık, bu kavramlar, insan deneyiminin daha katmanlı ve çok boyutlu olduğuna işaret eder.


  • Zülkarneyn: İki Ufkun Hükümdarı


Kur’an’da adı yalnızca birkaç yerde geçmesine rağmen, Zülkarneyn figürü İslam düşüncesinde derin izler bırakmış, hem tarihsel hem de metafizik bir boyut kazanmıştır. Kelime anlamı itibarıyla "iki boynuzlu" olan Zülkarneyn, mecazen iki çağın, iki yönün ya da iki dünyanın hakimi olarak yorumlanır. Onun şahsında birleşen doğu ile batı, zahir ile batın, maddi kudret ile manevi bilgelik gibi ikilikler; tek bir irade ve hakikat arayışında erimektedir.


Kur’an’da Zülkarneyn, doğuya ve batıya seferler düzenleyen, halklar arasında adaleti tesis eden, bilgeliği ile hükmeden ve Yecüc-Mecüc gibi anarşik güçlerin önünü kesmek için "demirden bir set" inşa eden bir figürdür. Bu anlatımda tarihsel bir fatihten ziyade kozmik bir dengeleyici, kaos ile düzen arasındaki mücadelede görevli bir kişi belirir.


Zülkarneyn’in kimliği tarih boyunca Büyük İskender, Kiros, hatta Afrikalı bir kral olarak yorumlanmıştır. Ancak esas olan, bu figürün tarihsel bir kişiden çok arşetipik bir anlam taşımasıdır. O, her iki kutbu da tecrübe etmiş, yalnızca coğrafi değil, varoluşsal sınırları da aşmış bir yolcudur.


Yolculukları, sıradan bir fethin ötesindedir. Doğuda güneşi halkın üzerine perdesiz doğarken görür; batıda onu bir balçıklı suya batar halde bulur. Bu imgeler, yalnızca fiziksel coğrafyaya değil; idrak coğrafyasına da işaret eder. Işığın ve karanlığın, bilginin ve cehaletin, aşkınlıkla içkinliğin sembolleridir bunlar.


Zülkarneyn'in inşa ettiği set ise, hakikatin savunulması gereken bir değer olduğunu vurgular. Yecüc ve Mecüc, her çağda düzeni bozan, sınır tanımayan, nefsin ya da kolektif şiddetin temsilleri olarak okunabilir. Zülkarneyn'in onları engellemek için kurduğu set, fiziksel olduğu kadar metafizik bir duvardır — aklın, ahlakın, adaletin sınır çizgisidir.


Tüm bu anlatılar, Zülkarneyn’i bir “mesihî figür” konumuna getirir. O, bir dönemin sonunu ve yeni bir çağın başlangıcını temsil eder. Zaman ve mekânda yaptığı seyahatler, içsel bir tekâmül sürecinin dışavurumudur. Bu yönüyle Zülkarneyn, mağara alegorisindeki zincirlerini kıran, ışığı gören ve onu halkına taşıyan bir bilge ile aynı çizgide yer alır.


  • Yedi Uyurlar: Uyku Halinde Zamanda Yolculuk ve Dirilişin Sembolü


Yedi Uyurlar miti, tarih boyunca hem Hristiyanlık hem İslam kültürlerinde farklı biçimlerde anlatılmış, ancak temel temaları ve sembolleri ortak olan çok katmanlı bir anlatıdır. Bu hikaye, insanın zamanla, ölümle, dirilişle ve kutsal koruma ile kurduğu derin ilişkiyi sembolize eder.


Hristiyanlıkta Yedi Uyurlar


Yedi Uyurlar ya da Köylü Gençler olarak da bilinen bu efsane, ilk olarak 3. yüzyıl Roma döneminde Efes yakınlarındaki mağarada zulüm gören genç Hristiyanların hikayesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu gençler, putperest imparatorun zulmünden kaçmak için mağaraya sığınmış ve Tanrı’nın mucizesiyle yüzlerce yıl uyuyup, Hristiyanlığın zaferinin ardından uyanmıştır.


Mezkur hikaye, erken Hristiyanlar için zulme rağmen direnişin, sabrın ve iman gücünün simgesi olmuştur. Ayrıca, diriliş ve ahiret inancının da canlı bir tasviri olarak görülür. Gençlerin uzun uykusu, geçici dünyadaki acıların ve zulmün ardından gerçek kurtuluşun geleceğine dair olan umudu simgelemektedir.


Efsane, hem Doğu Ortodoks hem Katolik hem de bazı Protestan geleneklerinde farklı varyantlarla anlatılmış; ikonografide sıkça işlenmiş ve bilhassa Paskalya döneminde anılması geleneksel hale gelmiştir. Hülasa Yedi Uyurlar’ın kıssası, ölümün zaferini değil; Tanrı’nın yaşam ve diriliş üzerindeki mutlak hakimiyetini vurgulamaktadır.


İslam Kültüründe Yedi Uyurlar


İslam’da Yedi Uyurlar hikayesi, doğrudan Kur’an’ın Kehf Suresi’nde geçer (9-26. ayetler). Burada gençler, zalim bir kraldan kaçmak için bir mağaraya sığınır ve Allah’ın izniyle 300 yıl (bazı rivayetlere göre 309 yıl) uyurlar. Keza uyanışları da, Allah’ın kudretinin ve korumasının açık bir işareti olarak görülür.


İslam anlatısında bu gençlerin kimlikleri açıkça verilmez; vurgulanan daha çok onların Allah’a olan sarsılmaz imanları ve O’nun koruyuculuğudur. Hikaye, ahirete ve yeniden dirilişe olan inancı pekiştirir. Kehf Suresi, bu kıssayla birlikte diğer peygamber kıssalarıyla da insanlara sabır ve tevekkül öğütler.


Yedi Uyurlar, İslam dünyasında “Ashab-ı Kehf” olarak da anılmış ve çeşitli halk efsanelerine, tasavvufi yorumlara konu olmuştur. Onların hikayesi, zulüm altında dahi imanın korunabileceği, hakikatin er ya da geç galip geleceği mesajını taşımaktadır. Aynı zamanda, zamanın mutlak olmadığına ve Allah’ın takdirinin her şeyin üzerinde olduğuna işaret etmektedir.


Her iki kültürde de uyku, yalnızca biyolojik bir durum değil; zamanın büküldüğü, kaderin askıya alındığı, kutsal bir bekleyişin metaforudur. Yedi Uyurlar, uykuda zamana meydan okur; normal yaşam döngüsünü aşarak geleceğin dirilişine tanıklık eder. Bu, bast-ı zaman mefhumuna çok yakın bir sembolizmdir: Zamanın lineer akışı, bu gençlerin uykusuyla kesintiye uğrar, genişler ve yoğunlaşır. Ayrıca bu anlatı, kıyamet ve diriliş inançları ile doğrudan bağlantılıdır. Yedi Uyurlar, kıyametin yaklaştığı günün alametlerinden biri olarak da görülür.


Zaman içerisinde Yedi Uyurlar hikayesi, çeşitli halk kültürlerinde (Anadolu, Ortadoğu ve Balkanlar) zengin bir folklorik hüviyete kavuşmuştur. Nitekim mağaralar, kutsal mekanlar haline gelmiş ve bu efsanenin izlerini taşıyan yerler ziyaretçi akınına uğramıştır. Ayrıca, mitoloji ve halk hikayelerinde “uzun uyku”, “zamanın ötesine geçiş”, “kurtuluş ve yenilenme” temaları farklı varyantlarla anlatılmıştır. Bu yönüyle Yedi Uyurlar; zaman, ölüm ve umudun ötesinde evrensel bir arketipidir.


  • Platon’un Mağara Alegorisi: Gerçeklik, Algı ve Aydınlanma Yolculuğu


Platon’un “Devlet” adlı eserinde yer alan mağara alegorisi, Batı felsefesinin en derin ve etkileyici metaforlarından biridir. Bu alegori, insan bilincinin sınırlarını, gerçeklik algısını ve bilgiye ulaşma sürecini simgeler. Mağara, insanın cehalet ve yanılsama içinde yaşadığı dünyayı temsil ederken, dış dünya ise hakikatin ve bilgeliğin kaynağıdır.


Alegorinin Yapısı ve Anlatımı


Alegoride, insanlar doğdukları andan itibaren zincirlenmiş bir şekilde karanlık bir mağarada yaşarlar. Bu zincirler, başlarını sadece önlerindeki mağara duvarına çevirebilecekleri biçimdedir. Arkalarında ise ateş yakılmıştır ve ateşin ışığı, mağaranın önündeki duvara yansıyan gölgeleri oluşturur. Mezkur gölgeler, mağaradakilerin dünyayı algıladıkları tek gerçekliktir.


Mağaradaki insanlar, gölgelerin gerçek nesneler olduğuna inanırlar ve dış dünyadan habersizdirler. Onlar için gerçeklik, yalnızca bu sınırlı algı ve deneyimden ibarettir. Ancak gün gelir, zincirlerinden kurtulan bir kişi mağaradan çıkar ve dış dünyayı, gerçek ışığı, güneşi görür. Önce gözleri kamaşır, ancak zamanla gerçek dünyanın tüm zenginliğini kavrar. Bilahare aydınlanan kişi mağaraya geri döner ve diğer zincirlenmiş insanlara gördüklerini anlatmaya çalışır. Ancak mağaradakiler onun anlattıklarını anlayamaz ve hatta onu alaya alır, dış dünyaya çıkmayı reddederler zira gölgelerden ibaret olan “gerçeklik” onlar için güvenlidir.


Felsefi Anlamlar ve Katmanlar


  • Cehalet ve Bilgi: Mağara, cehaletin ve yanılsamanın mekanıdır. İnsanların yalnızca duyularıyla sınırlı kalıp gerçekliğin yüzeyini görebildiklerini simgeler. Zincirler ise insanın dogmalar, önyargılar ve sınırlı algılar tarafından kısıtlanmasını temsil etmektedir.


  • Gerçeklik ve Görünüş: Gölgeler, bizim duyularımızla algıladığımız dünyayı, yani görünüşler alemini ifade etmektedir. Platon’a göre, bu dünya gerçekliğin sadece bir yansımasıdır; esas gerçeklik ise “İdealar Dünyası”dır — değişmeyen, mükemmel ve soyut gerçeklik.


  • Aydınlanma ve Eğitim: Zincirlerinden kurtulan kimse, aklını ve ruhunu eğiterek hakikate ulaşan filozoftur. Bu kişi, hakikate ulaşmanın sancılı bir süreç olduğunu ve ulaşılan bilgiyi toplumla paylaşmanın da başlı başına bir mücadele gerektirdiğini ortaya koyar.


  • Toplumsal Eleştiri: Platon, bu alegori ile sıradan insanların bilgiye kapalı, değişime dirençli olmasını ve eğitimli elitlerin (filozof kralların) toplumun yöneticisi olması gerektiğini savunur.



  • Sonuç: Zamanın, Mekânın ve Hakikatin Ötesinde Bir Yolculuk


Bu yazımızda, insanlık tarihinin derinliklerinde yankılanan ve muhtelif kültürlerde farklı biçimlerde ortaya çıkan bazı temel temaları ele aldık: Yeşil Adam’dan Hızır’a, Zülkarneyn’den Yedi Uyurlar’a; bast-ı zaman ve tayy-ı mekân kavramlarından Platon’un mağara alegorisine kadar uzanan geniş bir yelpazede, zaman, mekân ve hakikat arasındaki ilişkiyi irdeledik.


Hızır’ın rehberliği, Zülkarneyn’in yolculukları, Yedi Uyurlar’ın uykusu ve Platon’un mağara alegorisi, sadece ayrı ayrı anlatılar değil; insanın bilgi, hakikat ve özgürlük arayışının evrensel ifadesidir. Bu mitler ve kavramlar, insanın kendini aşma, bilinmeyene açılma ve hakikati görme cesaretini sembolize eder.

Günümüz dünyasında, teknolojinin ve bilginin hızla arttığı çağda dahi, bu eski temalar hala anlamlıdır. Zira gerçek bilgi, salt veri ve görüntüden ibaret değildir; içsel bir dönüşümü, algının ve bilincin genişlemesini gerektirir. İşte bu noktada, bast-ı zaman ve tayy-ı mekân gibi kavramlar, insan deneyiminin çok boyutluluğunu anlamamız için bize rehberlik eder.


Sonuç olarak, tarih boyunca farklı kültürlerde var olan bu sembolik anlatılar, insanın kendini ve evreni anlama çabasının zamana ve mekana bağlı olmayan ortak dilidir. Onlar, bizlere hatırlatır ki gerçek yolculuk, dışarıda değil, insanın kendi iç dünyasında başlar; hakikat ise, gölgelerden kurtulup ışığa adım atmakla kavranır.



Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page