20. Yüzyılın En Büyük Siyasi ve Askeri Dehası: Mustafa Kemal Atatürk
- Umur Ozer
- 28 Eyl 2023
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Haz

Kurtuluş Savaşı'nın en önemli şahsiyeti, Türkiye Cumhuriyeti'nin büyük banisi, ilk cumhurbaşkanı ve iki mareşalinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk, Selanik'te orta halli bir Osmanlı ailesinin mensubu olarak dünyaya gelir. Doğum tarihi genelde 1881 olarak bilinse de, Osmanlı dönemindeki kayıtlarda 1879 ve 1880 gibi tarihlere de rastlanmaktadır. 1922 yılında, saltanatın kaldırılmasından iki hafta önce hazırlanan ve bugün hala Şişli'deki Atatürk Müzesi'nde sergilenen hüviyetinden hareket ile Necdet Sakaoğlu'nun önerdiği tarih ise 4 ocak 1879'tur.
Mustafa Kemal'in babası gümrük memuru Ali Rıza Bey , annesi ise Zübeyde Hanım'dır. Ali Rıza Bey, bir ara kereste ticareti ile uğramış fakat sonunda iflas etmiş ve akabinde büyük bir moral çöküntüsü içerisine girerek vefat etmiştir. Babasının vefatı sonrası 7 yaşındaki Mustafa, ilk önce okulu bırakmış ancak kısa bir zaman zarfının akabinde halasının yanında Selanik Mülkiyesi'nde tekrar eğitim hayatına başlamıştır. Ancak küçük Mustafa'nın gönlünde yatan bürokrat değil, asker olmaktır. Binaenaleyh bu doğrultuda, annesinden gizli olarak girdiği Selanik Askeri Rüşdiyesi sınavını kazanır ve hem kendisinin hem de ülkesinin kaderini sonsuza dek değiştireceği kariyerinin ilk adımlarını atmış olur.
Dönemin Selanik'i, Osmanlı İmparatorluğu'nun en modern şehirlerinden biridir ve İkinci Abdülhamit'i meşrutiyet ilan etmeye zorlayacak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin de merkezi konumundadır. Her ne kadar ilerleyen yıllarda Atatürk, asker olmak istemesinin altında yatan motivasyonun üniformalı komşusuna özenmesi olduğunu ifade etse de o dönemde askeri okul, orta sınıfa mensup bir Osmanlı genci için görece rahat bir yaşam sürmenin ve belki de "sınıf atlamanın" en emin yollarından biridir. Zira bu mektepler sadece asker yetiştirmek ile kalmamakta, aynı zamanda yabancı dil eğitimini de içeren modern bir eğitim vermektedir. Nitekim askeri rüşdiyelerde okuyan subay namzetleri bu eğitim ile ileride başka alanlarda da faaliyet göstereceklerdir.
Mustafa Kemal, 1896 yılında Selanik Askeri Rüşdiyesi'nden dördüncülük ile mezun olur. Ardından yine, Balkanlar'daki bir başka şehre geçecek ve Manastır Askeri İdadisi'ne kaydolacaktır. Burayı da ikincilik ile bitiren genç Mustafa, ileriki hayatında önemli rol oynayacak olan arkadaşları Ali Fethi Okyar ve Kazım Özalp ile de bu okulda tanışmıştır. İdadideki yılları Mustafa Kemal'in, batı kültürüne merak saldığı yıllardır ve okuldaki derslerinden arta kalan zamanlarında Frenkler mektebi olarak da bilinen College des Freres de La Salle'ye gidip Fransızca eğitimi almıştır. Harbiye yıllarında da yine Fransızca özel ders almayı ihmal etmeyen Mustafa Kemal, Sofya ve Karlsbad'da bulunduğu dönemlerde ise kendisine bir Almanca hocası tutmaktan geri kalmayacaktır. Bu öğrenme ve kendini geliştirme isteği yalnızca atamıza mahsus değil, o dönemin kuşağına mensup pek çok kişide (bilhassa kurmaylarda) görülen bir özelliktir. Örneğin ismet inönü, cumhurbaşkanlığı döneminde özel bir hocadan İngilizce, fizik ve kimya dersleri almıştır.
1899 yılına gelindiğinde, orta ve lise seviyesindeki okullarda gösterdiği başarılardan mütevellit İstanbul'daki Mektebi Harbiye'ye gitmeye hak kazanan Mustafa Kemal'in payitahta gelmesiyle beraber siyasi olarak bilinçlenmesi de bir olur. Bir ara arkadaşları ile bir gazete çıkaramaya da niyetlenen genç Mustafa'nın bu girişimi, okul müdürü Ali Rıza Paşa'nın bu gazeteden haberdar olmasıyla beraber pek de uzun ömürlü olmayacaktır.
Harbiye Mektebi'nin ilk senesinde 700 öğrenci arasında 27. , ikinci senesinde 11. ve son senesinde 8. olan Mustafa Kemal, bu başarısı sayesinde Mekteb-i Erkan-ı Harbiye'ye gitmeye hak kazanır. Genç Mustafa'nın, Ali Fuat Cebesoy ile olan yakın dostluğunun başlangıcı da yine bu dönemlere tekabül etmektedir. Ali Fuat'ın babası, daha sonra Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında da önemli bir rol oynayacak olan İsmail Fazıl Paşa'dır. İkinci Abdülhamit tarafından sürgüne gönderilmiş ve terfii uzun süre engellenmiş muhalif bir komutan olan İsmail Fazıl Paşa, oğlunun yakın arkadaşını kendi evladı gibi kollamaktadır. Mustafa Kemal, izin günlerinde Ali Fuatların Kuzguncuk'taki evine sık sık gitmekte ve bu iki genç delikanlı hafta sonları İstanbul'u baştan sona arşınlamaktadır.
Mustafa Kemal, 1905 yılında Erkan-ı Harbiye'den mezun olur ve artık kıtaya çıkması gerekmektedir. Ancak mezuniyetinden hemen önce yaşadığı tatsız bir olay (Şişli'de Harbiyeli arkadaşlarıyla yaptığı gizli toplantılar bir muhbir tarafından saraya ihbar edilir ve neticesinde Mustafa Kemal ile arkadaşları birkaç hafta hapis yatar), gönlünde yatan aslan Makedonya olmasına rağmen (bir nevi sürgün anlamına da gelen) kendisini Suriye'deki 5. Ordu'da bulmasına sebebiyet verir. Bu atama onun kariyerinde önemli bir rol oynayacaktır; zira bu yıllar İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin serpildiği döneme tekabül eder ve Mustafa Kemal o an için "oyunun" uzağında kalmış gibi gözükmektedir. Makedonya'da görev bulabildiğinde ve İttihat ve Terakki'ye üye olduğunda ise, takvim yaprakları 1907 yılını göstermektedir. Bu iki yıllık gecikme kendisinin Enver Paşa gibi akranları tarafından bir süre ekarte edilmesine yol açacaktır.
İkinci Meşrutiyet'in 1908'deki ilanıyla birlikte kendilerini bir anda siyasetin göbeğinde bulan İttihat ve Terakki'nin önde gelen liderleri ile Mustafa Kemal arasında her daim bir fikir ayrılığı olmuştur. Mustafa Kemal'e göre ordu, siyasete angaje olmamalıdır ve kendisi bu eleştirilerini 1909'da toplanan cemiyetin kongresi başta olmak üzere defaatle ve açık şekilde pek çok yerde dile getirmekten de çekinmemektedir. Gençliğinin, dönemin ruhunun ve karakterinin de etkisiyle Mustafa Kemal, kariyeri boyunca birçok kez düşündüğünü söylemekten imtina etmeyen bir hüviyete sahiptir. Her vizyoner gibi o da, çevresinin ekseriyeti tarafından anlaşılamamaktadır ve inatçıdır. Karşıt görüşleri dinlemek ile beraber, herhangi bir şeyi kafasına koyduysa onu kararından döndürmek zordur. Askeri kariyerinin ilk senesinde bilhassa bu aykırı mizacı ve düşüncelerinden mütevellit geri planda kalmak zorunda olması, kendisine hazır olmayan toplulukların arka plana ittiği mühim tarihi şahsiyetler gibi, onun da elbette canını sıkmış olmalıdır. Ancak dönem savaş dönemidir ve parlak bir kumandan, gerçek değerini her daim muharebe meydanlarında ispatlama şansına sahiptir. Nitekim kariyerini kurtaran da belki de ahvalin bu şekilde hasıl olması olacaktır; olası bir barış döneminde Mustafa Kemal gibi çevresinin çok ilerisinde vizyona sahip birinin, insanlığın müdebbir vasatlığına yenik düşmesi ihtimaller dahilindedir. Onun gibi aksiyon adamlarının en büyük düşmanının "atalet" olması boşuna değildir. Çanakkale'de kurmay olarak maharetlerini sergilediğinde, en büyük rakibi Enver dahi onun vazgeçilmez olduğunu anlayacaktır ...
Mustafa Kemal'in cemiyet içindeki en önemli rakibi Enver Paşa'dır. Bu iki parlak subay adeta birbirlerinin zıddıdır. Enver'in romantizmine ve tez canlılığına karşılık, Mustafa Kemal'in gerçekçiliği ve kararlığı söz konusudur. Enver, Mustafa Kemal'in askerlik kariyerinin ilk on yılında hemen her aşamada şu veyahut bu şekilde onun önünü kesmiş ve parlamasına engel olmuştur. Örneğin; 1909'da Hareket Ordusu, İkinci Meşrutiyet'i korumak için İstanbul'a yürüyüşe geçtiğinde, ordunun başında Selanik Redif Komutanı Hüsnü Paşa vardır ve onun kurmay başkanı genç kolağası Mustafa Kemal'dir. Enver ise o sırada Berlin'de ateşemiliter olarak görevlidir. Ancak ordu, tam İstanbul önlerine geldiğinde Enver onlara yetişecek ve kurmay başkanlığı Mustafa Kemal'den devralacaktır. Selanik'teki İttihat ve Terakki merkezinden gelen talimata göre, ordunun komutası Mahmut Şevket Paşa'ya devredilmelidir. Tahmin edebileceğiniz üzere onun da Kurmay Başkanı Enver'den başkası değildir.
Balkan Savaşları'nda da benzer bir "köşe kapmaca" durumu hasıl olur. Hem Bolayır Muharebesi'nde hem de Edirne'nin kurtarılışı esnasında Enver ile Mustafa Kemal karşı karşıya gelir. Lakin nihayetinde, 1913 yılındaki Bab-ı Ali baskını ile bu rekabet kesin bir şekilde Enver lehine sonuçlanacaktır. O, artık bir Osmanlı Prensesi ile evlidir yani bir Damad-ı Şehriyari'dir. Rütbeleri "birer ikişer" alıp paşa olmuş, bununla da yetinilmemiş bir de üzerine harbiye nazırlığına getirilmiştir. Bu sırada Mustafa Kemal'in payına, Sofya'ya diplomatik bir görevle (sürgüne) gönderilmek düşmüştür. Mustafa Kemal'in Çanakkale'de kazanacağı prestij ise, bu dengeyi yavaş yavaş değiştirecektir. Birinci Dünya Savaşı'nın ilerleyen yıllarında Suriye'de ve Doğu Cephesi'nde Kazım Karabekir ve İsmet İnönü gibi isimlere de komutanlık yapan Mustafa Kemal'i, Kurtuluş Savaşı'nın gelecekteki kurmaylarının, kendisini lider olarak görmeye başlamış olmaları da kanaatimce bu döneme tekabül etmektedir.
Mustafa Kemal ile Enver arasındaki ilişkiyi kavrayabilmek için o dönemin ruhunu ve kuşağını doğru analiz ve idrak etmek gerekmektedir. Karşımızda sadece kendisini düşünen, pragmatist bir kariyerizm içerisinde boğulmuş insanlar değil; aynı okullardan çıkmış idealist subaylar vardır. Mevzubahis subaylar, en güçlü gözüktükleri anlarda dahi kendi arkadaşları gözündeki itibarları kadar muktedirdirler. Nitekim en acımasız zamanlarda bile "vatanı kurtarmak" olarak tanımladıkları bir ülkü çerçevesinde hayatlarını riske atmaktan çekinmeyeceklerdir. Lakin ahvalin bu şekilde hasıl olması Enver'in, özellikle Çanakkale Savaşları'ndaki başarılarının akabinde Mustafa Kemal'den "tedirgin" olmasının önüne ket vuramayacaktır. Bu tedirginliği, Mustafa Kemal'in resmini Harp Mecmuası'nın kapağından çıkarttırmasında ve kendisini paşa yapmak "zorunda kaldığında" söylediklerinde görmek mümkündür: "Mustafa Kemal'in mirlivalığa terfi iradesi cebimdedir. Ama siz onu bilmezsiniz. O hiçbir şey ile memnun olmaz. Mirliva olur, feriklik ister; ferik olur, müşirlik ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez; padişahlık ister."
Velhasıl İttihat ve Terakki Cemiyeti'nde aradığını bulamasa da Mustafa Kemal, subaylık meziyetlerini görev aldığı her sahada başarılı bir şekilde sergilemiştir. Özellikle, Osmanlı İmparatorluğu'nun kaderini belirleyen cihan harbindeki faaliyetlerine baktığımızda Mustafa Kemal'in ileride de karşımıza çıkacak iki mühim niteliği gözümüze çarpacaktır. İlk olarak, harp boyunca, başta Liman von Sanders olmak üzere Alman komutanların aldığı yanlış kararları sorgulayacak ve inisiyatif almaktan çekinmeyecektir. Alman subayların, Osmanlı ordusunda bu kadar söz sahibi olmasını, egemenlik açısından doğru bulmamakta ve açıkça eleştirmektedir. İkinci olarak, yaptığı tüm tahminler doğru çıkmış ve askeri dehası taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanmıştır. Örneğin; Çanakkale Savaşları esnasında İngilizlerin yaptığı çıkarmanın ilk günü Arıburnu'ndan Conkbayırı'na ilerleyen düşman birliklerini durduran kumandan odur. Dört ay sonra Anafartalar'da düşmana ağır kayıplar verdiren de yine bizzat kendisidir.
Çanakkale'nin akabinde, yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere, Suriye ve Doğu Anadolu gibi pek çok cephede komutanlık yapan Mustafa Kemal, kendisinden "esirgenen" paşa rütbesine mirliva olarak atandığı 1916 senesinde ulaşır. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı sırada ise, Yıldırım Orduları Kumandanı sıfatıyla askeri kariyerindeki en prestijli görevlerinden birini ifa etmektedir. Aynı şekilde, mütarekenin imzalanacağından haberi olur olmaz, İstanbul'u telgraf yağmuruna tutarak tavsiyelerini paylaşmakta da zaman kaybetmeyecektir. Pes etmeyen, halkından ve vatanından bir an olsun ümidini kesmeyen, çağının fersah fersah ötesindeki bu büyük adama göre; yeni askere alımlar ile ordu güçlendirilmeli, askeri teçhizatlar Toroslar'ın güneyine taşınmalı ve Mondros'taki kısıtlamalardan etkilenmeyen jandarma kuvvetleri güçlendirilmelidir. Mütarekenin meşhur yedinci maddesinin, İtilaf Devletleri tarafından kötüye kullanacağının ivedilikle farkına varan Mustafa kemal paşa, İngilizler kendisinden İskenderun'u boşaltmasını istediğinde askerlerine ateş emri vermiş, lakin saraydan gelen talimat ile bu emrini geri çekmiştir. Nitekim kısa bir zaman zarfının akabinde de bilhassa harbiye nezareti ile sürekli fikir ayrılığına düşmesi onun payitahta yani İstanbul'a geri çağrılmasına sebebiyet verecektir. Ancak bu, ilerleyen yıllarda Atatürk'ün ölümsüz eseri Nutuk'ta da ifade ettiği gibi, onun öngördüğü bir durumdur. Zira artık esas mücadele cephelerde değil, siyasi dengelerin her gün değiştiği yorgun payitahtta verilmelidir.
Mustafa Kemal Paşa'nın en başından beri kadim düzeni ya da Fransızların deyimiyle Ancien Regime'i demode bulduğu aşikardır ve onu olabildiğince köklü bir şekilde değiştirmek istemektedir. Bu değişimin bir kültürel ayağı olmasını istediği de bellidir; zira Sofya Operası'nda Bizet'nin Carmen'ini dinledikten sonra böyle bir eser üreten bir toplumun yıkılamayacağını ifade eden bir şahsiyetten bahsediyoruz. Bunun dışında "yabancıların" askeri ve idari olarak müdahil olmasından duyduğu rahatsızlığı da Çanakkale'de Liman Von Sanders'e ve Suriye'de Von Falkenhayn'a karşı tavırlarından anlayabiliyoruz.
İstanbul'a dönmesinin akabinde zaman kaybetmeden çalışmalarına başlayan Mustafa Kemal Paşa, 14 Ekim 1918'de Vahdettin'in yaveri Naci Eldeniz'e çektiği telgrafta Tevfik Paşa yerine Ahmet İzzet Paşa'nın sadrazam olması gerektiğini belirtmiş ve yeni oluşturulacak kabinede Ali Fethi, Rauf, İsmail Canbulat, Tahsin Uzer ve Azmi beyler ile birlikte kendisinin de harbiye nazırı olarak yer alması gerektiğini önermiştir. Mondros'u takip eden kaos ortamında komutanların askerlerini terhis etmesinin ve silah ile teçhizatın düşmana teslim edilmesinin önüne geçmek adına harbiye nezaretinin kontrolü bilhassa ehemmiyet teşkil etmektedir. İstanbul'da kaldığı zaman zarfı boyunca dört kere Vahdettin ile görüşme imkanı bulan Mustafa Kemal Paşa, ondan bir şey beklememek gerektiğini hemen anlamıştır. Mebusan Meclisi'nin de aksiyon almakta atıl kaldığını fark eden bu azimli kurmay, direniş için umudun Anadolu'da olduğuna karar verir ve Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, İsmet İnönü gibi vatanperver subaylar ile "vatanın selameti" için toplantılar yapmaya başlar. Bir zaman sonra İngilizlerin, Ali Fethi Okyar'ın da aralarında olduğu birtakım Osmanlı subay ve siyasetçilerini tutuklayıp Malta'ya sürgüne göndermesi, İstanbul'da yapılacak bir şey kalmadığının ve direniş için Anadolu'ya geçmek gerektiğinin Mustafa Kemal ve silah arkadaşları açısından kesin göstergesi olur.
Nitekim Ali Fuat ve Kazım Karabekir paşalar, kendilerini Anadolu'daki iki kolordunun başına atatmayı başarmışlardır. Mustafa Kemal Paşa da aradığı fırsatı, İngilizler'den gelen bir talep ile yakalar; Doğu Karadeniz'deki "karışıklıkların" bastırılması ve "asayiş-i dahili"nin sağlanması için oluşturulan "9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği". Genç, dinamik ve prestijli bir komutan olarak Mustafa Kemal Paşa, dönemin şartlarında bu görev için en ideal isim olarak gözükmektedir. Her ne kadar İttihatçılar ile sınıf arkadaşı olsa da, aktif olarak siyaset yapmaktan kaçınmış ve hatta subayların siyasete girmemesi gerektiğini defaatle dile getirmiştir. Ayrıca padişahın da güvendiği bir isim olan Mustafa Kemal Paşa; Vahdettin'e 1918'deki Almanya seyahati esnasında eşlik etmiştir yani onun bir anlamda fahri yaveridir. Örneğin; bu kadar geniş yetkiler ile Anadolu'ya gönderilmesine karşı çıkan adliye nazırı ve şeyhülislama, Damat Ferit!, padişahın Mustafa Kemal Paşa'ya olan teveccühünü hatırlatacaktır. Tabi Damat Ferit gibi bir haini kendisine güvenebileceği konusunda ikna eden sebepler arasında, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a hareket etmeden hemen önce 14 mayıs akşamı onunla görüştüğü sırada gösterdiği kişisel karizması ve diplomasi yeteneğini de unutmamak gerekir.
Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçer geçmez, ordu müfettişliği unvanının verdiği yetkileri de kullanarak ivedilik ile bir direniş örgütlemeye koyulur. Bu noktada tüm Kurtuluş Savaşı boyunca kendisini gösterecek olan bir örüntüden bahsetmezsek, Atatürk'ü milli mücadelenin diğer paşalarından ayıran özelliği ifade etmekte zorlanırız. Diğer kumandanların aksine Mustafa Kemal Paşa, başkentin ataletinin en başından beri farkındadır. Damat Ferit'i de, Vahdettin'i de çok iyi tanımaktadır ve onun vizyonu Anadolu'dan yeni bir hareket çıkarmak, ülkeyi kurtarmayı başarabilirse de yeni bir düzen kurup imparatorluğun kronik problemlerini çözmektir. Binaenaleyh en cesur hamleleri yapmaktan çekinmez. Bu hamlelerin her birinde yanındakilerin "şerhiyle" karşılaşması, milli mücadele boyunca karşımıza çıkan bahsettiğimiz "örüntüdür". Gerek Erzurum ve Sivas Kongrelerinde gerekse ardından son Osmanlı Meclisi'nin toplanmasına yol açan süreçte Atatürk, yanındakilerinin ekseriyetinin kendisine olan desteğinin "şartlı" olduğunun farkındadır. Zaten Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarında yanında bulunan Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele gibi isimlerle ilerleyen yıllarda yollarının ayrılmasının nedeni biraz da budur. Mustafa Kemal, bu paşalara nazaran daha radikal fikirlere sahiptir ve bu fikirlerin "uygulama" zamanı geldiğinde bunu hiç tereddüt etmeden fiiliyata dökme konusunda da ısrarcıdır.
Gençlik yıllarından itibaren kafasında her daim modern bir toplum ve devlet modeli olan Mustafa Kemal Atatürk, bu tasavvurunu köklü inkılaplar ile gerçekleştirmek isteyen biridir. Kariyerinin ilk dönemlerinde fikirleri fazla iddialı bulunup pek fazla itibar görmemiş olsa da Birinci Dünya Savaşı'ndan başlayarak Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadarki süreçte elde ettiği muazzam başarılar, ülkemizin ve toplumumuzun bekası için yapmak istediklerini gerçekleştirmek adına kendisine gerekli olan güç ve yetkiyi elde etmesine imkan sağlamıştır.
Atatürk'e dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere Falih Rıfkı Atay'dan Çankaya, Attila İlhan'dan Hangi Atatürk, İlber Ortaylı'dan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Emrah Safa Gürkan'dan Büyük Devrimin Portreleri: Cumhuriyet'in 100 İsmi adlı eserleri tavsiye ediyorum.
Yorumlar